Mantığın Menşei Problemi.


*
İnsan başından beri mantıklı mıydı? 
Böyle değil ise mantık nasıl ortaya çıktı?
**
Fransız Sosyoloji Okuluna Göre Mantığın Menşei Problemi. adlı çalışması Öner' in 1964 yılında tamamladığı doçentlik tezidir. Bu çalışma 1965 yılında birinci baskısını ve 1977 yılında da ikinci baskısını yapmıştır ve bu konu üzerine araştırma yapan tek klasik mantıkçımızdır.

Fransız Sosoyoloji Okuluna Göre Mantığın Menşei Problemi.
Mantık kelimesi hem bir bilimin hem de bu bilimin konu olarak ele aldığı şeyin adıdır. Fikrimizi daha açık ifade edelim: Mantık, doğru düşüncenin şartlarını ve onun işleyiş tarzını inceleyen bir bilimdir. Fakat herhangi bir konuşma veya yazı karşısında “mantıklı” veya “mantıksız deyimleri kullanılırken kastedilen mantık bilimi değildir. Burada bir düşünme tarzı bahis konusudur. Bu düşünce, mantık biliminin incelediği şeylere uygun olan düşüncedir. O halde bilim olarak mantıkla düşünce olarak mantığı ayırmak gerekir.

Bilim olarak mantığın menşei denilince akla Aristo gelir. Fikir tarihinde mantık bilimini kurma şerefi Aristo’nundur. Bu menşe biraz daha geriye, mantık biliminin kurulmasına öncü olan Eflatun, hatta sofistlere kadar götürülebilir. Halbuki, düşünce olarak mantığın menşei denilince durum değişir. Düşünce olarak mantık, bilim olarak mantıktan öncedir. Mantık  bilimi kurulmadan önce de mantıklı düşünce vardı. Fransız sosyoloji okuluna göre mantığın menşe’i probleminde kastedilen, düşünce olarak mantıktır.
Gerçekte, bilim olarak mantık ve düşünce olarak mantık biri birinden tamamen ayrı iki şey değildir. Birincisi, ikincisinin düzenli bir tarzda deyim yerinde ise, tasvirinden ibarettir. Mantıkçıların yaptıkları, var olan bir şeyi tespit etmek, yazı ile veya söz ile onu anlatmaktır.
Mantık düşünce ile ilgilidir. Düşünmek, akıl yürütmektir.  Akıl yürütme ise daima hükmetmekle beraber olur. Akıl yürütürken zihin, akla veya mantık ilkelerine dayanır.
Adı geçen zihin fonksiyonları ve ilkeler mantığın temelini oluşturur. O halde, mantığın menşei bahis olunca bu zihin fonksiyonları ve akıl ilkelerinin menşelerinin anlaşılması gerekir.

Akıl yürütme ve hükmetme, şuur muhtevaları arasında bir tür münasebet kurmaktır. Hükmetmek iki kavram arasında bir bağ kurmaktır. Akıl yürütmek ise, bilinen hükümlere dayanarak bilinmeyen hükümler elde etmek demektir. Bu fonksiyonların menşei ile birlikte bunların ortaya çıkmalarını sağlayan şuur  muhtevalarının da menşe’i düşünülür. O halde, mantığın menşe’i problemi bilginin menşe’i problemiyle ilgilidir.
Mantığın menşe’ini ilgilendiren konular bilginin menşe’i problemi içerisinde eski yunandan beri ele alınmış, yeniçağ felsefesi ile önemini daha da artırarak birbirine karşıt iki cereyan tarafında, ayrı ayrı şekillerde açıklanmıştır. Bir taraftan kategoriler denen en genel kavramlar ve akıl ilkelerinin doğuştan ve bunların tecrübelerden geldiğini söyleyen amprizim…
Bu iki cereyana göre, mantığı esasını teşkil eden konuların menşe’i farklı bir şekilde ele alınıyor. Akılcılara göre ilke ve kategoriler doğuştan mevcuttur. Yani bunlar insanlarla beraber vardır. Ampristlere göre ise kazanılmışlardır. Bu kazanılma keyfiyetinin izahı birbirine zıt iki görüşün doğmasına sebep olmuştur. Birincisi psikolizm, ikincisi sosyolojizimdir. Yukarıda adlarını zikrettiğimiz ampristler birinci noktayı nazardan problemi ele alıyorlar. Alışkanlık ruhsal bir vetiredir. Mantık ilkelerini alışkanlığa dayandırmak onların menşe’ini psişik hayatta görmek demektir. Spencer’in evrimciliğinde alışkanlıklar nesilden nesile geçerek tekamül etse bile menşe’inde yine ferdin deneyi, ferdin ruhsal durumu vardır. İkinci izah yolu ise sosyolojizmdir. Fransız sosyoloji okulunun mensuplarınca temsil edilen bu görüşe göre mantığın esasını teşkil eden unsurlar toplumun eseriridir.
İLKEL DÜŞÜNCE
Durkeim ve arkadaşlarının aklın toplumsal bir veri olduğunu ispata çalışırlarken ilkel toplumlara müracaat ettiklerini, mantık’ın ilk toplumsal şeklini bu toplumlarda yaşayan insan zihninde gördüklerini, mantıklı düşüncenin toplumların gelişmesine bağlı bulunduğunu savunduklarını belirtmiştik. Mademki Durkheim ve arkadaşlarına göre akıl, dolayısıyla  düşünce, toplum hayatı ile sıkı sıkıya ilişkilidir ve mantıklı düşüncenin ilk şekli toplumlarda görülür, o halde böyle bir iddianın daha açıkça anlaşılması ve değerlendirilmesi için ilkel toplumlara hakim olan düşünce tarzını incelemek gerekir.
LEVY – BRUHL’ÜN GÖRÜŞÜ:
İlk çalışmaları felsefe tarihi ile ilgili olan Levy-Bruhl, daha sonra, ömrü boyunca çalışmalarını ilkellerin düşünce tarzlarını incelemeye hasretmiştir.
Levy-Bruhl, birisi ilkel, birisi medeni olmak üzere iki türlü toplum şekli ve bunları karşılayan iki düşünme tarzı kabul adiyor. Levy-Bruhl’ün bu tezinin Comte’un kanunu ile ilgili olduğunu görenler bulunduğu gibi olayların tahlil sonucu meydana geldiğini söyleyenler de vardı. “Belirli bir anlamda  Levy-Bruhl’ün meşhur eserlerinin serisi, insan gerçeğinin incelenmesi için Durkheim’in belirttiği sosylojik metoda dayanarak, Auguste Comte’un üç hal kanunu, olguları seviyesinde, doğrulamak için bir teşebbüs teşkil ediyor. Van der Leeuw de Levy-Bruhl’ün Auguste Comte’un üç hal kanunu taklit ederek teorisini kurduğunu, Levy-Bruhl’ün orjinalliğinin, olayları tayin edilmiş bir teori içersine girmeye zorlamadan onları incelemeye girişmek olduğunu belirtiyor.

Diğer taraftan Levy-Bruhl’ün ziniyetler üzerine eğilmesini bir tesadüfe bağlayanlar da vardır. Şöyle ki: Levy-Bruhl, arkadaşı Chavannes’ın kendisine gönderdiği Çin flozoflarının tercüme edilmiş bir metnini okuduktan sonra, metnin anlaşılmaz olduğunu hayretle karşılayarak, biribirine nüfüz edemeyen düşüncelerin olup olmadığı üzerinde durup etnoğrafik eserler okumaya başlıyor. Bu çalışmalarında ilkel düşünce tarzları arasında yakınlık bulunduğu ve ilkel zihniyet ile bizimki arasında büyük farklar olduğu sonucuna varıyor. Ele geçen vesikaların çoğu kaşif ve misyoner gibi sosyolog olmayanlar vasıtasıyla toplanmıştır.
Sonuncu kanaate göre bir tesadüf Levy-Bruhl’ün ilkel düşünce üzerine eğilmesine sebep olsa ve incelediği olgular onu böyle bir sonuca varmaya zorlasa bile, Auguste Comte’nin tesiri inkar edilmez.
Levy-Bruhl’ün ilk eseriyle sonucular arasında bir fark göze çarpmaktadır. İlk eserinde savunduğu bazı fikirlerden sonradan vazgeçmiş ve  yeni fikirler ileri sürmüştür. Fakat farklılıklarına rağmen ana fikrinde bir değişiklik olmamaktadır.
İlkel Zihniyet:
Levy-Bruhl ilkel insanın düşünce tarzı ile modern insanınki arasında büyük fark görüyor. Bu fark bir derece farkı değil nitelik (mahiyet) farkıdır. İlkel düşünceyi bizim düşüncemizin bir ilk şekli olarak kabul etmemektedir. İlkellerin zihin faaliyeti bizimkinin ilk şekli olarak, çocuk düşüncesi gibi tefsir edilemeyecek, bu zihniyet bilakis içra edildiği şartalar içinde normal, kendi tarzında inkişaf etmiş ve karmaşık olarak görülecektir. Bu noktada  Levy-Bruhl İngiliz Antropoloji okulu ve Durkheimden ayrılmaktadır. İngiliz Antropoloji okulu taraftarlarına göre insan zihni her yerde ve her zaman aynı karakteri gösterir. Durkheim de bu birlik taraftarıdır. Durheim için düşüncenin tekamülü bahis konusudur. Bu günkü bilimsel düşüncenin başlangıcı dinsel düşüncedir. C. Bougle’nin dediği gibi Levy-Bruhl’ün bu konudaki düşüncesi Durkheim’ınkine aykırıdır. Bu iki düşünce tarzı arasında  Levy-Bruhl çukurlar kazarken Durkheim köprüler kurmaya çalışır.
Levy-Bruhl’ün bizim düşünce tarzımızdan farklı gördüğü ve ilkel toplumlarda müşahede ettiği zihniyetin karakterleri neledir? Levy-Bruhl zihniyetlerin incelenmesi için dikkati kolektif tasavvurlara yöneltiyor. Düşünme tarzına hakim olan kolektif tasavvurlardır. Bu hal ilkel toplumlarda kendisini daha açık olarak gösterir. İlkel toplumlarda yaşayan insanın zihni kolektif tasavvurlarla doludur. Kolektif tasavvurlar fertlere ve ferdin incelenmesine dayanan psikolojik kanunlara tabi değildir. Bunların kendilerine has kanunları vardır. Hele ilkeller bahis konusu olunca ferdin incelenmesi ile onlar açıklanamaz; bilakis ilkel tasavvurların ve onların toplumdaki bağlarının incelenmesi kategorilerimizin ve mantık ilkelerimizin doğuşu üzerine ışık tutar. Kolllektif tasavvurlar toplumsaldırlar, bunlarla, dolayısıyla toplum hayatı ile, düşünce arasında sıkı bir ilişki gören Levy-Bruhl bu noktada Durkheim ile iştirak halindedir.
a.Mistik ve Prelojik:
İlkellerin kolektif tasavvurlarının özellikleri onların zihniyetinin karakterini ve bizimkiyle ola farklılığını açıkça gösterir.
Levy-Bruhl ilk eserinde ilkel zihniyetin iki önemli karakteri üzerinde duruyor: Mistk ve projojik. “Eğer tasavvurların muhtevaları nazari itibara alınır ise mistik, eğer bağlantılar dikkate alınır ise prelojik denir”.
Buradaki mistik deyiminin dinsel mitsizim ile ilgisi yoktur. Levy-Bruhl mistik’i görünmeyen fakat gerçek olan kuvvetlere, tesirlere ve fiillere inanç olarak tarif ediyor. Leenhardt’a göre Levy-Bruhl klasik mit ile ilkellerin mitini açıkça ayırdığından ve mitik deyimi onun için çok sınırlı göründüğünden mistik terimini kullandı.
Levy-Bruhl Fransız Felsefe Derneğinde, ilkel zihniyet üzerinde yapılan açık oturumda ilkel zihniyetin neden mistik olduğunu şöyle açıklıyor: İlkellerin yaşadığı toplumsal ortam bizimkinden farklıdır. Algıladıkları dış dünya da bizim algılarımızdan farklıdır. İlkellere göre objeler “occulate” (esrarlı-metafizik) hassalara sahiptirler. Bunlarsız objeyi tasavvur edemezler. Onlar için tamamen fiziksel bir olay yoktur. Görünen varlıklarla görünmeyen varlıklar birbirinden ayrılmazlar.
Demek ki ilkellerin kolektif tasavvurları gizli hassalara sahiptir. Herhangi bir objeyi bizim gibi algılamayıp objeyi büyülü kudretleri ve mistik anlamları ile birlikte algılıyorlar.
İlkel zihniyetin ikinci karakteri onun prelojik oluşudur. Prelojik terimi Levy-Bruhl tarafından ortaya konulmuş ve ağır tenkitlere hedef olmuştur. Kendisi de sonradan bu kelimeyi kullanmaktan vazgeçecektir.
Prelojik ne alojik ne de antilojiktir. “Prelojik” terimi mantığın doğuşundan önceki bir devreyi ifade etmez. İlkel zihniyet alojik ve antilojik değil, prelojiktir. Bunula ifade etmek istiyorum ki ilkel zihniyet çelişme içinde bulunmaktan hoşlanmaz fakat onu bertaraf etmeyi de düşünmez. Mantıklı düşünmede hüküm önceden mantıklı bir çalışma sonucunda elde edilmiştir, tanımları yapılmış kavramlar arasında olur. Prelojik düşüncede tasavvurlar arındaki bağlar bizzat tasavvurlar olarak verilmiştir. Bu tasavvurlar mantıklı bir sıra içinde düzene konmuş ve analiz edilmemiştirler. Her iki düşünceyi sağlayan kavramlar ve tasavvurla ferde toplum tarafından dil vasıtasıyla dayatılmışlardır. “Büyük sayıda analiz ve sentezlerini özetleyip kaydettiği bu çalışmayı (kavramlar), bizim toplumumuzda her fert konuşmayı öğrenmekle aynı zamanda kabul eder. Mantıklı düşüncenin sorumlulukları her ferdin zihninde toplumsal ortamın aralıksız baskısı ve dil vasıtasıyla yerleşmiş sonra tasdik edilmiştir”. “Prejojik zihniyet dahi bir dilin kavramları vasıtasıyla toplumsal olarak devredilir.
Görülüyor ki Levy-Bruhl de düşüncenin toplumsal karakteri üzerinde duruyor. İster mantıklı ister prelojik düşünce olsun düşünceyi sağlayan kavramlar ferde toplum tarafından kazandırılmıştır.
Acaba ilkel insanın bizim gibi düşündüğü de vaki değil midir? Levy-Bruhl buna olumlu cevap veriyor. Eğer ilkel insan kolektif tasavvurlardan bağımsız olarak hareket ederse bizim gibi akıl yürütecektir. Mesela: iki av hayvanını öldürmüş olsa ve yalnız birisini bulsa diğeri nerede diye sorup araştıracaktır. Eğer biri yağmura tutulsa sığınacak bir yer arayacaktır. Eğer bir vahşi hayvana rastlarsa ondan kurtulmak için çareler düşünecektir vb.
İlkel düşünceyi bir tarafta mantıklı, diğer tarafta prelojik diye ikiye ayırmak doğru değildir. Bu iki düşünme biçimi ilkellerde birbirine karışır. “Mantık ve prelojik aşağı toplumların zihniyetinde tıpkı bir kaptaki su ve zeytin yağı gibi birbirinden ayrı bir şekilde üst üste konulmamıştırlar. Karşılıklı olarak birbirlerine nüfuz etmişlerdir.
İşte ilkel zihniyeti bizim zihniyetimizden ayıran mistik ve prelojik olarak adlandırılan bu iki özelliktir. “Bu iki özellik bir temel eğitimin iki ayrı görünüşüdür.
İştirak kanunu ve nedensellik ilkesi:
Mademki ilkel zihniyet çelişmelerden sakınmıyor yani aklın bu ilkesine tabi değildir, o halde ilkel düşüncenin tabi olduğu başka bir ilke veya kanun var mıdır? Levy-Bruhl’e göre bu ilke iştirak kanunudur (la loi de participation). “Kolektif tasavvurların bağlantı ve ön bağlantılarını idare eden ilkel düşüncenin özel prensibi iştirak kanunudur. Levy-Bruhl’e göre bu kanunun sayesinde ilkel düşünce içerisinde objeler, varlıklar, olaylar aynı zamanda kendileri ve kendilerinden başka türlü olabilirler. Mesela: Trumiler kendilerini suda yaşayan hayvan addederler. Brorolar kırmızı papağan olmakla öğünürler. Burada kastedilen herhangi bir akrabalık değildir; bir özdeşlik bahis konusudur.
Levy-Bruhl’e göre ilkellerde nedensellik kavramı bizim anladığımızdan farklı şekilde ortaya çıkar. Nedensellik bağı tamamen mistiktir. Nedensellik ilkesini insanın nasıl kullandığını kavramak için Levy-Bruhl’ün verdiği birçok örnekten ikisini inceleyelim.
Sağard şu hikâyeyi naklediyor: Olay Kuzey Amerika’da geçmiştir. “Bir akşam hayvanlar üzerinde konuşuyorduk. Yerlilere Fransa’da bulunan tavşanları anlatmak için parmaklarım vasıtasıyla, tavşanın şeklini ateş ışığından yararlanarak, gölge olarak kulübenin duvarına aksettirdim. Bir tesdüf eseri ertesi sabah, her zamankinden daha çok balık elde edildi. Yerliler, bu balık bolluğunun sebebinin akşam yaptığım şekiller olduğuna inandılar”. Yeni Gine’de geçen bir olay ise şöyle: “Avdan hiçbir şey elde edemeden dönen bir adam, kafasında filelerini büyüleyen vasıtayı araştırıyor, gözlerini kaldırdığında tam karşısında dost ve komşu köyden bir köylü görüyor, bu adamın büyücü olduğunu düşündüğü için derhal üzerine atılarak onu öldürüyor.

Levy-Bruhl ilkellerin bu olayların izahında nedensellik ilkesini uyguladıklarını, fakat öngel (antecedent) ile nedeni karıştırdıkları gibi bir izahın eksik olduğunu iddia eder. Burada bir olayın başka birisine bağlanmasına sebep olan zaman içinde bir öncelik değildir. İki olay arasında mistik bir bağ mevcuttur.
Nedenler daima mistik bir karakter taşır. Nedenle sonuç arasındaki bağ doğrudan doğruyadır; vasıtalar zinciri kabul edilemez. Mesela, bir zehirlenme ölüme sebep olursa biz bir sıra olayı düşünüyoruz: Mideye gittikten sonra hangi doku üzerine tesir ettiğini, sinir sisteminde, solunum organlarında ne gibi değişiklikler yaptığını düşünür, bir çok fizyolojik olayları dikkate alırız. Fakat ilkel zihniyet için bağ bir taraftan ölüm, diğer taraftan büyünün aksiyonu arasına konulmuştur. Onun için aradaki oylalar önemli değildir. Zehrin doğurduğu felç, ağrılar, nihayet ölüm, onun vücutta bulunmasının zorunlu sonuçları değil fakat mistik kuvvetin kurbanını öldürmek için seçtiği vasıtalardır.
Görünüyor ki ilkel insan olaylarının nedenlerini görünmez kuvvetler dünyasında arıyor. Onun için tek başına bir fizik olayı yoktur. Bu olaylar daima görünmez kuvvetlere tabidirler. “Bir insan organik bir hastalıktan, bir yılan somasından ölürse, düşen bir ağacın altında ezilir, bir kaplan veya bir timsah tarafından parçalanır ise ilkel zihniyet için, o adamı öldüren ne hastalık, ne yılan, ne ağaç, ne kaplan ve ne de timsahtır. Eğer öldüyse muhakkak bir büyücü onu mahkum etmiştir. Ağaç, öldüren hayvanlar, aletlerdir. Birinin eksik olduğu yerde diğeri aynı işi görür.
İlkel insanın düşünme tarzı deneyler karşısında da değişikliğe uğramaz. “Deney onları tamamen aydınlatmaya (irşat) yeterli değildir ve zihinleri tecrübeye karşı mühürlüdür (impermeable).
İlkel toplumlarda nedensellik kavramı gibi zaman ve mekan anlayışı da farklıdır. Levy-Bruhl, ilkellerdeki zaman ve mekan anlayışını belirtirken Durkheim ve arkadaşlarının bu konuda söylediklerine fazla bir şey ilave etmiyor. “İlkeller için zaman ve mekan bizim anladığımız gibi homojen değildir. Zaman sürenin (duree) subjektif bir duygusuna yakındır. Mekanı birbirine benzer ve farksız “quantumlar” halinde görmezler. Mekan niteliklerle yüklüdür. Mekan içindeki yönler ve durumlar niteliksel olarak birbirinde ayrılırlar”.
c) Mistik Deney:
Mistik deney yalnız ilkel insana has bir deneydir. İlkeller bu deney vasıtası ile tabiat üstü alemde temasa geçer. “Mistik deney ilkellerin sahip oldukları bir duygudur ki onunla görünmez gerçeklerle temasa geçerler”. İlkel insanın deneyi bizimkinden farklıdır, onun deney alanı daha geniştir. “Bizim için homojen ve olağan bir deney kavramı söz konusu iken onlar için olağan ve ancak aynı zamanda mistik bir deney kavramı geçerlidir”. “Olağan deney ile mistik deney arasında bir farkın bulunduğunu hissederler fakat bununla beraber onlar için bir tek deney vardır. Bizim birbirinden ayırabildiğimiz bu iki deney onlarda daima birbirine karışır”. Bugün biz bir taraftan tabiat olaylarını yani bize doğrudan doğruya verilen, bilimin konusu olan objelerle diğer taraftan, masallar, efsaneler ve mitler alemini ayırırız. Onlar bu olaylar karşısında bizim gibi düşünmezler. Onlar için masallar ve mitler aleminin hakikat değeri tabiat olaylarının hakikat değerinden faksızdır. Mesela mitler onlar için gerçek tarihlerdir, yani tıpkı Sezar’ın, Napolyon’un tarihleri gibi bir zamanda ve bir mekanda vaki olmuştur”.
Demek ki ilkel insan için iki alem vardır: Birincisi olağan deneyle idrak edilebilen tabiat alemi, diğeri mistik deney ile haberdar olduğu tabiat üstü alem. Levy-Bruhl’e göre bu iki deney ve bu iki alem ilkel için birbirinden tamamen ayrı değildir. Onlar için bir deney ve bir realite vardır. Bu iki alem arasında bizde olduğu gibi zıtlık yoktur. Onlar aynı zamanda varolan bir tabiat, bir de tabiat üstü varlığın duygusuna sahiptir. Ne birini ne diğerini anlamaya çalışmazlar. Birisi kendisini zorla kabul ettirir, diğeri tezahür eder.
Mistik deney ile ilkeller temasta bulundukları tabiat üstü dünyada olup bitenleri tanımazlar, fakat ondan haberdar olurlar. “Bu deney ilkel için bir tanıma vasıtası değil korkabildiği yahut ümit edebildiği şeylerden bir ihbar niteliğindedir.
d) Tabiat üstü duygusal kategori:
Levy-Bruhl’ün ilkel zihniyeti belirtmek için eserlerinde kullandığı ikinci kavram da tabiat üstü duygusal kategoridir. Kategori en genel kavramlara verilen isimdir. Bunlar yanında ilkel dediği ve onlardan farklı bir şekilde yönelmiş ikinci bir düşünme tarzı kabul ediyor. Bu düşünme tarzında da genelliği sağlayan bir şeyin olup olmadığını araştırıyor ve bulduğu özelliği, kavramsal düşüncede bahsedilen mülhem olarak olarak gene kategori kelimesi ile karşılıyor. Fakat bunu alışılagelmiş kategori kavramından ayırmak için tabiat üstü duygusal kategori diyor. Bu kavram asla Aristo ve Kant’ın kategorilerinin anlamını taşımaz. İlkel zihniyetteki genelliği o zihniyetin şu özelliğinde görüyoruz: “Süjenin heyecanı, tabiat üstü ile temasında daima aynıdır”. İşte bu müşterek heyecan hali tabiat üstü duygusal kategoridir. “Tabiat üstü duygusal kategori, ancak, ilkel insan kendisini yahut tabiat üstü bir kuvvetin huzurunda ve tesiri altında hissettiği zaman faaliyete geçer”.
Görülüyor ki bu genellik bizim kavramsal düşüncemize göre anlaşılan bir genellik değil. Kavramsal düşüncede genellik fikirler aittir. Daha önce gördük ki Levy-Bruhl’e göre ilkel insanın zihnine hakim olan kolektif tasavvurladır. Bu tasavvurlar heyecan elemanları ile doludur. O halde böyle bir zihniyette genelliğin başka türlü anlaşılması gerekir. Bu genellik zihni değil fakat duygusal (effectif) hayata ait olacaktır. “Bu genellik anlaşılmış değil fakat hissedilmiştir”.
İlkel insan zihnindeki kolektif tasavvurların heyecan unsurlarının menşei nereden geliyor? Levy-Bruhl ilkel insanda bir korku duygusunun olduğunu söyleyip bu konuda çeşitli ilkel toplumlardan örnekler veriyor. Bir Eskimo şamanının anlattıklarını Rasmussen’in eserinden şöyle naklediyor: “Biz inanmıyoruz, korkuyoruz. Bir şeyi izah etmiyoruz, bir şeye inanmıyoruz. Fena havaları yapan toprağın ruhundan kokuyoruz. Sila (Ay tanrısı) dan korkuyoruz. Soğuk kar evlerinin içinde, kıtlıktan ve açlıktan korkuyoruz. Denizin dibinde oturan ve deniz hayvanlarını idare eden Takanakapsalık denen büyük kadından korkuyoruz. Hastalıktan korkuyoruz, ölümden değil, ıstıraptan korkuyoruz. Ölülerin, öldürdüğümüz hayvanların ruhlarından korkuyoruz… Etrafımızdaki gördüğümüz şeylerden olduğu gibi etrafımızda olupta görünmeyen şeylerden korkuyoruz”. Bu korku hissinsin diğer ilkellerde de olduğunu gösteren başka misallerde veriyor. Mesela: “Eskiden Tahiti’de korku tanrıların bütün kudretlerinin nedeniydi”. “Yeni Zelanda yerlilerinde dini merasimler tesir eden aşk değil, tanrılardan olan korkular idi”.
Rintler ve atalar tarafından miras bırakılmış merasimlerin toplamı korkulan bütün şeylerin kötü tesirlerine karşı yegane etkili şeydir. Bu arada Albert Svhweitzer’in bir yazısından bahsediyor: ilkel insanda tabiatın kötü ruhlarına, ölülerin ruhlarına karşı bir sihre sahip olmak istiyor ve bu koruyucu kudreti taşıdığı bazı objeler isnat ediyor”.
Levy-Bruhl’ün bu örnekle ifade etmek istediği şudur: ilkel insan görünmeyen ve tabiatüstü kuvvetlerin etkisi altındadır. Bu etki onlarda bir korku hissi doğuruyor. İşte ilkel insan tabiatüstü ile temasta iken içerisinde bulundukları bu ruhsal durum onlarda müşterek ve aynıdır. Bu hali bir kategori olarak kabul ediyor. Tabiat üstü duygusal kategorinin içine giren heyecanların başlıcası korkunun doğurduğu heyecandır. Bu duygusal eleman bütün mistik tasavvurlarında müşterektir.
 e) İştirak (Participation):
Levy-Bruhl, son eserinde yine iştirak fikrinde ısrar ediyor. İlkel insanın zihniyetinde iştirakin oynadığı önemli rolü daha da açıklıyor. Fakat bu açıklamada ilk eserine göre bir değişiklik göze çarpmaktadır. İştirakin bir kanun veya ilke olarak kabul edilmesinden söz edilmemektedir. “Aşağı toplumlarda zihin fonksiyonlarında bir iştirak kanununa müracaat etmeyi hayal ettim. Bu gün aynı tavrı almıyorum. Bir iştirak kanunundan bahsedilemez. İtiraf edeyim ki, kesin bir ifade vermekten acizim, var olan olgudur, kanun değil”. “Bir kanun veya iştirak ilkesi demekten kaçınıyorum”. Bir kanun veya ilke olmadığını söylediği iştiraki şöyle açıklıyor. “Özdeşlik, cevher birliği (consubstantialite), sempati, bağlılık, ikili-birlik vb. “.
İştirak Levy-Bruhl’e göre ilkellerde kavranmış (conçu) ve algılanmış (perçu) bir şey değil fakat hissedilmiş bir şeydir. “Bu hissetme korku ve renk duyguları gibi değil, kendine hastır”. Demek iştirak ancak mistik bir deneyin içinde bahis konusudur. Daha doğrusu onun varlığı mistik bir deneyde duyulabilir.
Başlıca iki türlü iştirakin olduğunu söylüyor: Birincisi özün iştirakidir. İştirak edenle iştirak edilen arasında hissedilen özdeşliktir. Örneğin: Fertle ona ait olanlar (saçlar, ayak izleri vs) arasındaki iştirak veya totemli bir klanın üyesi ile diğer üyeler arasındaki iştirak bu cinstendir. İkincisi ise taklide eşit olan iştiraktir. Örneğin: bir ayak izi ile o izi yapan canlı arasındaki iştirak. Avustralyalı yerliler bir düşmanın veya bir hayvanın ayak izine mızrak saplamakla o izi bırakanın ayağından yaralandığını sanırlar. Taklitli ayinlerdeki iştirak ise ikinci cinsten bir iştiraktir. Örneğin: Avustralyalılar yağmur yağdırmak istedikleri zaman bir sağanağa yakalandıklarında yaptıkları şeyi taklit ederler. Sanki sağanak onları ıslatıyormuş gibi… Mimikleri tespit edilirse onların yağmurun bir tasviri olmadığı görülür. Bu taklit bilfiil bu akşam veya yarın yağacak yağmuru gerçekleştiriyor. Taklit hissedilmiş bir iştiraktir.
f) Uyuşmazlık (incompatibilite)
İlkel zihniyetin, Levy-Bruhl’e göre çelişmeye karşı mühürlü olduğunu görmüştük. Levy-Bruhl bu çelişme deyiminden de vazgeçip onun yerine uyuşmazlık terimini kullanıyor. “İlkel zihniyet çekinmeden uyuşmazlığı (eskiden “controdiction” diyordum) kabul ediyor”. Şimdi neyi kastettiğini açıklayalım.

Misyoner Grup’un naklettiği olayı ele alıp buradan ilkel insanın iki uyuşmaz önermeyi nasıl kabul ettiğini izaha çalışıyor. Yerli, rüyasında, Grup’un bahçesine girip kabak çaldığını görüyor ve 150 mil uzakta bulunan Grup’a giderek bahçesinden kabak çaldığı için tazminat istiyor. Grup şöyle itiraz ediyor: “Olayın geçtiği anda ben 150 mil uzakta idim, aynı zamanda iki yerde birden olamam, o halde senin iddian doğru değildir”.   Fakat yerli iddiasında ısrar ediyor, Grup’un uzakta olduğunu kabul etmekle beraber rüyada geçen olayı da gerçek sanıyor. Burada birbirine uymaz iki önerme var. Grup B yerindedir. Aynı gün, 150 mil uzakta bulunan A yerindedir. Bizim için bu iki önerme aynı zamanda doğru olamaz. Fakat ilkel için durum böyle değildir. Levy-Bruhl bu iki önerme için çelişik değil fakat “inconpatible” dir deyip, ilave ediyor: Bu önermelerin çelişkisi fiziksel bir imkânsızlık doğurmaz.

Prof. Dr. Necati Öner

Yorumlar