*
ecosystems, abiotic factors
**
Canlıların yeryüzündeki
dağılışı ışık, sıcaklık, iklim, toprak, mineraller, su ve pH gibi abiyotik
faktörlerin etkisindedir.
Abiyotik faktörlere aynı
zamanda çevrenin fiziksel ve kimyasal etkenleri de denir.
Genelde ilkbahar ve yaz mevsimlerinin
görüldüğü, aşırı yağış alan, tropikal yağmur ormanları gibi fiziksel şartların
uygun olduğu yerlerde zengin tür çeşitliliği ve çok sayıda canlı bulunurken
çöller ve kutuplar gibi yaşam şartlarının zor olduğu ortamlarda az sayıda canlı
bulunur.
Kısacası abiyotik
faktörler belirli bir çevrede hangi türlerin yaşayabileceğini belirler. Örneğin
çöllerde havadaki nem oranı çok düşük olduğundan gece ve gündüz arasındaki
sıcaklık farkı oldukça yüksektir. Böyle bir ortamda ancak çok miktarda su
depolayabilen kaktüs ve çok az su ile yaşamını sürdürebilen bazı kurak bölge
çalılıkları görülürken ılıman ortamlarda çok sayıda canlı çeşidini barındıran
geniş ormanlık alanlara rastlayabiliriz.
a. Işık
Yeryüzündeki enerjinin
kaynağı güneştir.
Güneşin merkezinde oluşan
nükleer tepkimeler çevreye yüksek enerjili elektromanyetik dalgaların
yayılmasına sebep olur.
Dünyamıza bu dalgaların
sadece elli milyonda biri ulaşır.
Birinci ünitedeki
fotosentez konusundan hatırlayacağınız gibi yeryüzüne ulaşan güneş ışınları mor
ötesi ışınlar( Ultraviyole/UV), kızıl ötesi ışınlar ve görünen ışınlardır.
Mor ötesi ışınların
canlılar üzerindeki en önemli etkisi DNA'nın yapısını bozmasıdır. Buna bağlı
olarak canlıda kalıtsal değişiklikler ve bağışıklık sisteminin bozulması gibi
tehlikeli durumlar ortaya çıkar.
Güneş ışığının şiddeti
değişik bölgelerde farklıdır. Sıcaklık güneş ışığı ile ilişkili olmakla beraber
ne kadar uygun sıcaklık olursa olsun, güneş ışığının olmadığı bir ortamda
fotosentez kesintiye uğramaktadır. Örneğin tropikal yağmur ormanlarında iklim
devamlı yazdır ve sıcaktır.
Fotosentetik canlılar,
görünen ışınları kullanarak glikoz üretir. Ortamdaki ışık miktarının düşmesi
fotosentezin azalmasına dolayısıyla da heterotroflara daha az besin
aktarılmasına neden olur.
Güneş ışığı olmasa
tropikal yağmur ormanlarında bu kadar zengin bitki ve hayvan topluluğunu görmek
mümkün olmazdı.
Bir orman ekosistemini
incelediğinizde değişik ağaç, çalı ve otların farklı miktarlarda güneş ışığı
aldığını görürsünüz.
Bir ormanın ağaçları
kesildiğinde ışığı seven bitkilerin bir anda ortaya çıktığı gözlemlenebilir.
Dünya elips şeklinde
olduğu için ışık her yere aynı miktarda ulaşmaz. Kutup bölgelerine farklı,
ekvatora farklı miktarda ışık düşer.
Ortama ulaşan ışığın
miktarı bitkilerin yeryüzündeki dağılımı üzerinde etkilidir. Bazı bitkiler
yoğun ışıkta gelişirken bazıları gölge yerleri sever.
Belirli mevsimlerde gün
uzunluğuna bağlı olarak gelişim gösterebilen bir bitki kendisine bu şartları
sağlayan enlem dereceleri arasında bulunmak zorundadır.
Kutuplara yakın
bölgelerde yaşayan bitkiler uzun gün koşullarında gelişim gösterir ve uzun gün
bitkisi olarak adlandırılır. 35-40° kuzey ve güney enlemlerinde uzun ya da kısa
gün koşullarına uyum sağlamış ılıman kuşak bitkileri yetişir.
Kısa gün bitkilerinin
günlük karanlık periyoda ihtiyacı vardır. Bu karanlık periyodun çok kısa
süreliğine kesintiye uğraması bile çiçeklenmeyi geciktirir hatta önleyebilir.
Kısa gün bitkileri ekvatoral kökenli bitkilerdir.
Hayvanlarda aktif
süreçler için tercih edilen ışık şiddeti birbirinden farklıdır. Baykuş,
yarasa, kirpi vb. gece aktif olan türlerin yanı sıra bülbül gibi bazı ötücü
kuşlar ve ipek böceği gibi bazı böcekler alaca karanlıkta aktiftir. Diğer
taraftan birçok kertenkele ve böcek türü sadece açık havada ve parlak güneş
ışığında tam olarak aktif duruma geçer.
Bir kelebek türünde
Araschnia levena (Araşnia levena) kanat rengi gün uzunluğuna bağlı olarak
değişir. Uzun yaz günlerinde kelebeklerin kanatlarında siyah zemin üzerine açık
renkli benekler, daha kısa olan bahar günlerinde ise açık renk üzerine siyah
benekler ortaya çıkmaktadır.
b. Sıcaklık
Canlıda enzimlerin
çalışmasını dolayısıyla kimyasal tepkimelerin hızını etkiler. Bu nedenle bütün
fizyolojik ve biyokimyasal işlevler üzerinde etkisi vardır.
Aynı zamanda sıcaklık,
iklimsel değişimlerin oluşmasında, atmosferdeki hava hareketlerinde de
etkilidir.
Güneşten yeryüzüne gelen
ışınların bir kısmını atmosfer soğurur, bir kısmı da topraktan atmosfere geri
yansır. Böylece atmosfer ısınır. Bu ısı çeşitli atmosfer olaylarını meydana
getirir.
Bitkilerin yayılışları
incelendiğinde belirli bölgelere göre farklılık gösterdikleri görülür. Örneğin
Akdeniz Bölgesi bitkileri, iç Anadolu Bölgesi bitkileri ve Karadeniz Bölgesi
bitkileri birbirinden farklıdır. Bitkilerin yayılışında gece ve gündüz
arasındaki sıcaklık farklılıkları önemlidir.
Bitkilerin büyük
çoğunluğunda büyüme ve gelişme 7-38°C arasında gerçekleşir. Yaşadıkları
ortamda sıcaklık minimum ve maksimum değerleri aştığında bitkiler, fizyolojik
işlevlerini düzenli yapamaz. Kültür bitkilerinin çoğu soğuğa dayanamaz.
En dayanıklı kültür
bitkilerinden çavdar ve buğday, kışı kar örtüsü altında geçirmediğinde ancak
20-25°C'luk sıcaklıklara dayanabilmektedir. Kar örtüsü, toprak ile atmosfer
arasında ısı değişimini engelleyici bir rol oynar. Böylece kar altında kalan
toprağın sıcaklığı fazla düşmez. Yüksek sıcaklıkta ise bitkilerde enzimlerin
yapısı bozulur, bitkinin yaprakları yanar ve sararır.
Çeşitli sıcaklık
değerlerine dayanma bakımından bitkiler arasında büyük farklar vardır. Örneğin
Kuzey Kutbu'na yakın yerlerde yetişen bazı bitki çeşitleri 0°C ve daha alt
sıcaklıklarda, ekvator bölgesinde yetişen bazı bitkiler ise 60-65°C'ta
yaşayabilir.
Aynı türe ait bir
bitkinin büyüme ve gelişme dönemlerinde gereksinim duyduğu sıcaklık değerleri
farklılık gösterir. Örneğin bir bitkinin çiçeklenme döneminde ihtiyaç duyduğu
optimum sıcaklık değeri çimlenme dönemine göre daha fazla olabilir. Sıcaklık,
bitkilerin, bazı tepkileri üzerinde de etkilidir, örneğin lalelerin çiçekleri
0-10°C'ta kapalı, 15-20°C'ta açıktır.
Hayvanlar genel olarak
0-50°C arasında yaşamlarını verimli bir şekilde sürdürür. Örneğin çöldeki
sürüngenler yüksek sıcaklığa, kutuplardaki memeliler düşük sıcaklığa uyum
sağlamıştır.
Sıcaklık hayvanların dış
görünüşünü de etkiler. Serin ve kuru bölgelerde yaşayan hayvanlar sıcak
bölgelerde yaşayan akrabalarından daha açık renklidir. Kuzey enlemlerdeki
hayvanlarda açık rengin hâkim olmasının nedeni düşük sıcaklığın melanin
pigmentinin oluşumunu etkilemesidir.
Sıcaklık artışı
hayvanlarda metabolizma hızını da artırır. 30°C'un üzerindeki sıcaklıklarda
fizyolojik uyum (solunum sayısının artması, metabolizmanın hızlanması vb.) ve
yer değiştirmeyle sıcakkanlı hayvanlar serinlemeye çalışır.
Sıcaklık değişimleri bazı
hayvanlarda göç etme, kış uykusu, yaz uykusu ve gece aktif olma gibi
davranışlara yol açar. Örneğin çölde yaşayan akrepler geceleri aktiftir. Çöl
yılanı öğle saatlerinde avlanmaz, sığınağında kalır. Leylekler sıcak ülkelere
göç eder.
c. İklim
Işık miktarının
mevsimlere göre değişimi, ısı, nem, yağış gibi fiziksel etkenler iklimlerin
oluşumunda rol oynar.
Ayrıca bölgenin konumu
yani denizden yüksekliği ve ekvatora uzaklığı da iklimin oluşumunda etkilidir.
Bu genel özelliklerin yanında bitki örtüsü, volkanik aktiviteler, atmosferdeki
toz miktarı ve rüzgâr da iklimi etkileyebilir.
Biyotik ve abiyotik
faktörlerin etkisi altında oluşan iklim, klimatoloji bilimi içerisinde
incelenir.
İklimlerin özelliklerine
göre canlıların dağılışı da farklılık gösterir. Örneğin çay, fındık gibi
bitkiler ülkemizin Karadeniz Bölgesi'nde görülen Karadeniz ikliminde daha iyi
yetişir.
Portakal, mandalina, muz
gibi bitkiler ise Akdeniz Bölgesi'nde görülen Akdeniz ikliminde yetişir.
İklim çeşitleri geniş
bölgelerde hüküm sürse de aynı iklimin hâkim olduğu bir bölgenin küçük bir
yöresinde arazi koşullarına göre farklı iklim özellikleri görülebilir. Bu da
canlı dağılımı için önemlidir. Örneğin bir dağın kuzey ve güney yönünde
sıcaklık ve nem gibi iklimsel faktörlerin değişimine bağlı olarak kara
yosunları gibi bazı canlıların yayılışı da değişiklik gösterir.
d. Toprak ve Mineraller
Tüm canlılar yaşamlarının
devamı için doğrudan ya da dolaylı olarak toprağa bağımlıdır.
Toprak; bitkilerin
kökleri ile tutunduğu ortam ve su, mineral gibi gereksinimlerini karşıladıkları
kaynaktır. Ayrıca birçok hayvana barınma olanağı sağlayan toprak,
mikroorganizmalar için de yaşama ortamıdır.
Toprak yeryüzünün kabuk
kısmını oluşturan kayaçların su, rüzgâr, sıcaklık değişimleri etkisiyle
ufalanmasından oluşur. Üstünde ve içinde yaşayan organizmalar da toprağın
oluşumuna katkıda bulunur.
Toprak içinde hava, su,
kaya parçalarının yanı sıra bitki ve hayvan kalıntıları gibi organik maddeler
de bulunur.
Toprağı taşıdığı ana
maddelerin yoğunluğuna göre kumlu, killi, kireçli ve humuslu olmak üzere dört
çeşide ayırabiliriz.
Kumlu topraklar suyu
hemen alt tabakaya geçiren, besin maddesi az olan, tarıma elverişsiz
topraklardır.
Yapısındaki kil miktarı
fazla olduğu için su geçirgenliği çok az olan topraklara ise killi toprak
denir. Kireçli topraklar yapısı kireç yönünden zengin, beyaz veya açık renkli
topraklardır.
Humuslu topraklar, sadece
oluştuğu kayaçların minerallerini değil aynı zamanda çok miktarda bitki ve
hayvan kalıntıları da içerir. Bu topraklar koyu renkli, su tutma kapasiteleri
yüksek ve besin maddelerince zengindir.
Toprağın en üst
tabakasının rengi bize özelliği ile ilgili fikir verebilir. Örneğin toprak
siyah veya koyu kahverengi ise organik madde ve azot bakımından zengindir. Gri,
açık sarı veya kırmızı ise organik madde bakımından fakirdir ve azot gübresi
kullanılmadan bu tür topraklardan iyi ürün alınamaz.
Toprak üzerinde yetişen
bitki örtüsü ve o alanda yaşayan diğer hayvanlar toprağın özelliklerine göre
dağılım gösterir.
Aynı iklime sahip
bölgelerde, birbirine yakın alanlarda toprak özelliklerinin farklı olmasından
dolayı farklı bitkiler yetişebilir. Örneğin Akdeniz Bölgesi'nde yaygın olarak
görülen makiler kireçli topraklarda yetişir. Yine aynı bölgede yetişen pamuk
ise humuslu toprakları tercih eder.
Herhangi bir toprak
kesitini incelediğimizde farklı tabakalara rastlarız.
En üstte, bitki kökleri,
bazı böcekler, solucanlar gibi canlılarla humus tabakasını görürüz.
Bu tabakanın altında yarı
parçalanmış kayalar ve bunlardan oluşan inorganik maddeler bulunur.
En altta ise
parçalanmamış kayalardan oluşan su geçirmez bir tabaka vardır.
Bilim insanları 5 cm
kalınlığında toprak oluşumu için yaklaşık 2000 yıl geçmesi gerektiğini
bildirmiştir. Üzerinde yetişen bitki örtüsü korunup tahrip edilmeden yararlanılırsa
toprak, canlılara sınırsız yaşama desteği sunar.
Toprağın ekolojik
dengesinin korunabilmesi için toprak yapısına uygun ekim yapılmalı, her yıl
aynı tür bitkinin ekimi yerine farklı tür bitkiler sıra ile ekilmelidir.
Toprakta azalan inorganik
maddeleri dengelemek için gübre kullanılmalıdır. Böylece, toprak içinde bulunan
maddeler dengede tutulmuş olur.
Mineraller bitkide kuru
ağırlığın çok az bir kısmını oluşturmasına rağmen organik madde sentezinde
kullanıldığı için oldukça önemlidir.
Toprakta bulunan
mineraller bitkiler tarafından suda çözünmüş olarak kolayca alınabilir.
Bitkilerin büyümesi için mutlaka gerekli olan mineraller toprakta bitki
gelişimine uygun derişimde bulunmalıdır.
Bitkiler azot, fosfor,
potasyum, kalsiyum, magnezyum ve kükürt gibi bazı minerallere fazla miktarda
ihtiyaç duyar.
Mangan, bakır, çinko,
molibden, bor ve klor gibi mineraller ise bitki tarafından az miktarda
kullanılır. Topraktaki mineraller o bölgede yetişen bitki türlerini etkiler.
Kekik, ballıbaba vb. bitkiler mineral bakımından fakir topraklarda yetişirken
semiz otu, tarla sarmaşığı vb. bitkiler mineral bakımından zengin topraklarda
yetişir.
Hayvanlar da hücresel
işlevleri için çeşitli minerallere gereksinim duyar. Bu gereksinimlerini
genellikle bitkileri ya da diğer hayvanları yiyerek karşılarlar.
e. Su
Çeşitli yer üstü
kaynaklarından buharlaşan su, atmosferde yoğunlaşarak yağmur, kar, dolu ve çiğ
şeklinde yeryüzüne geri döner.
Dünyamızın %70'i sularla
kaplıdır. Bu suyun %95'i denizlerde, geri kalan %5'i ise göllerde, nehirlerde
ve yer altında bulunmaktadır.
Bir bölgedeki suyun
miktarı ve mevsimlere göre dağılışı, bitkilerin yayılışı bakımından önemlidir.
Fazla yağış alan nemli
bölgelerde ormanlar ve çayırlar daha çok gelişir.
Toplam yağışı az olan ve
yazı kurak geçen yerlerde orman ve çayırların yerini kurağa dayanıklı, tek
yıllık ve genellikle tohumla üreyen bitkiler alır.
Bitkiler su ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için çeşitli yapısal değişiklikler geliştirmişlerdir. Örneğin
bazı kabak türlerinde olduğu gibi kurak bölgelerde yaşayan bazı bitkilerin
kökleri su depolamak üzere farklılaşmıştır.
Su eksikliği bitkinin tüm
fizyolojik aktivitesini olumsuz yönde etkiler.
Hücrede metabolik
aktivitelerin meydana gelebilmesi için sitoplazmada belirli oranda su bulunması
gerekir.
Yaprakların çoğu içerdiği
su miktarı %30-%50'nin altına düştüğü zaman kurur.
Su, bitki bünyesinde
sıcaklığın kontrolü bakımından da önemlidir.
Güneşli havalarda
bitkilerde terleme yoluyla oluşan su, buhar olarak havaya salınırken
beraberinde bir miktar ısıyı da bitkiden uzaklaştırarak aşırı ısınmayı önler.
Yağış, atmosferde bulunan
su buharının çeşitli faktörlerin etkisi altında yoğuşarak sıvı veya katı hâlde
yeryüzüne düşmesidir.
Yağışlar, bitkilerin
yapraklarının üzerindeki çeşitli toz parçacıklarını yıkayarak solunum ve
fotosentezi olumlu yönde etkiler.
Su çözücü özelliğe sahip
olduğu için minerallerin canlılara aktarılmasında da yaşamı etkileyen önemli
bir maddedir. Örneğin bitkiler fotosentez için suyu topraktan alırken suda
çözünmüş mineralleri de almış olur.
Su, bitkilerde olduğu
gibi hayvanlarda da yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için vazgeçilmez
bir faktördür.
Yaşamsal faaliyetlerin
düzenli olarak gerçekleşmesi, hayvan vücudunda su miktarının dengede
tutulmasına bağlıdır.
Hayvanlar gereksinim duydukları
suyu genellikle içme yoluyla doğrudan sağlar. Bunun yanında bazı hayvanlar su
ihtiyacının bir kısmını veya tamamını alınan besinlerdeki sudan sağlar.
İnsan vücudundaki
hücrelerde yaklaşık %70-90 oranında su bulunur. İnsandaki su miktarı da yaşa bağlı
olarak değişir. Üç aylık insan embriyosunun su içeriği %93 olduğu hâlde bu oran
doğumla birlikte bebekte %67'ye, ergende ise %62'ye düşer.
f. Ortam pH'si
Deniz suyunun pH'si
çoğunlukla değişmez.
Ancak tatlı su ve
toprakta pH değişimleri gözlenir.
pH değişiminin
sebeplerinden bazıları asit yağmurları, kimyasal atıklar, bilinçsizce
kullanılan gübreler, tarım ilaçları, çöp ve kanalizasyon atıklarıdır.
Özellikle sanayi
bölgelerindeki fabrikalarda oluşan çeşitli kimyasallar arıtma yapılmadan
akarsulara bırakılırsa bu sularla sulanan topraklarda zamanla zararlı kimyasal
atıklar birikir. Bunun sonucunda toprakta pH değişimi meydana gelir.
Toprak pH’sindeki değişim
bu bölgelerde yaşayan bitkileri ve bunlarla beslenen diğer canlıları da
etkilemektedir.
Sucul ortamdaki pH
değişiminden de buralarda yaşayan alg, plankton, balık vb. canlılar
etkilenebilir.
Abiyotik Faktörlerin
Değişmesinin Canlılara Etkisi
Canlılar farklı
özellikler gösteren çevre şartlarında yaşamlarını sürdürebilir.
Farklı çevre koşullarında
yaşamaları onların uyum yetenekleri yani toleranslarıyla ilgilidir.
Çevresel faktörler için
her canlı türünün bu uyum yeteneğinin minimum ve maksimum sınırları vardır.
Tolerans sınırları denilen bu iki sınır arasında kalan aralığa da tolerans
(hoşgörü) aralığı denir.
Örneğin çok yüksek
sıcaklıklarda yaşayan bir arke olan Pyrococcus (pirokokus) minimum 70°C,
optimum 100°C, maksimum 106°C'ta hayatta kalabilir.
Bir bakteri olan E.coli
ise minimum 4°C, optimum 37°C, maksimum 44°C'ta yaşayabilir.
Her canlının yaşayabildiği
optimum sıcaklık değeri farklıdır. Pyrococcus gibi bazı canlılar çok yüksek
sıcaklıklara uyum sağlarken E. coli gibi pek çok canlı aynı sıcaklık
değerlerinde yaşamını sürdüremez.
Bir canlının ortam
koşullarındaki değişikliklerden nasıl etkilendiğini tespit etmek için belirli
bir koşulun değişken olduğu ortamda yaşam aktivitesine bakılır.
Değişkene verdiği
tepkiler bir eğri ile gösterilir. Buna o canlının performans eğrisi denir.
Sıcaklığa göre çizilen performans eğrisi, sıcaklık tolerans eğrisi olarak
adlandırılır.
Grafik.
Bir balık türünün sıcaklığa bağlı olarak yüzme hızındaki değişimler.
Grafik 'de bir balık
türünün sıcaklığa bağlı olarak yüzme hızındaki değişimler görülmektedir. Burada
balıkların performansı mümkün olan maksimum yüzme hızıyla ölçülmüştür.
Yüzme hızı sıcaklığa
paralel olarak belirli bir noktaya kadar artmıştır. Bu optimum (ideal)
değerdir. Balıklar optimum sıcaklığın dışındaki değerlerde de yaşamlarını
sürdürebilir fakat performansları azalır.
Balıklar tolerans
sınırlarının dışındaki değerlere maruz kaldıklarında yaşamını sürdüremez.
Benzer şekilde bir canlının tolerans eğrisi başka faktörlerin etkisine göre de
çıkarılabilir.
Bazı canlılar ortam
sıcaklığı, ışık miktarı, oksijen derişimi gibi abiyotik etkenlerdeki
değişimlere uyum sağlayabilir. Örneğin yüksek yerlerde yaşayan insanların
alyuvar sayısı deniz seviyesinde yaşayanlara göre daha fazladır.
Yükseklere çıkıldıkça
atmosferdeki oksijen oranı azalır. Hücrelere yeterli oksijen taşınabilmesi için
vücutta alyuvar sayısı artar. Burada yaşayan insanlar deniz kenarında bir süre
yaşarsa alyuvar sayılarının azalmasıyla bu ortama uyum sağlar.
Canlılar, dış ortam
şartlarında oluşan sıcaklık, nem vb. değişikliklere göre vücutlarının iç
dengesini (homeostazi) düzenleyerek hayatta kalmayı başarır. Örneğin memeliler
vücut sıcaklıklarını yaklaşık 37°C'ta sabit tutabilir. İç ortam sıcaklıklarını
dıştaki değişikliklere karşı sabit tutabilen canlılar sıcakkanlı canlılardır.
Bazı canlılar ise çevre
sıcaklığı azaldığında ısı kaybeder, vücut sıcaklığını koruyamaz. Çevre
sıcaklığındaki değişikliklere karşı vücut sıcaklığını sabit tutamayan canlılar
soğukkanlı canlılardır. Örneğin ortam sıcaklığı düştüğünde kertenkelelerin
vücut sıcaklığı da azalır ve metabolizma hızları yavaşlar. Bunun sonucunda da
canlı uyuşuklaşır. Sıcaklık artınca da aktiviteleri belirli bir süre artar daha
sonra yavaşlar ve durur.
Canlıların bir kısmı
çevresel şartlardaki değişikliklere uyum sağlarken bazıları olumsuz çevre
şartlarından uzak durarak yaşamlarını sürdürebilir.
Çöl hayvanları gündüz
genellikle yer altına kazdıkları yuvalarda, gölge yerlerde kalıp gece aktivite
gösterir.
Bazı soğukkanlı canlılar
ise olumsuz çevre şartlarında hayatta kalabilmek için uyku hâlinde uzun süre
bekleyebilir.
Yılanlar ve kurbağalar
kışın soğuk günlerini toprak altına yaptıkları yuvalarda, kış katılığı
dediğimiz bir tür uyku hâlinde geçirir. Sıcaklığın arttığı yaz mevsiminde
aktiviteleri yeniden artar.
Bazı canlılar ise olumsuz
çevre şartlan düzelinceye kadar uygun olan çevrelere göç eder.
Yorumlar
Yorum Gönder