*
pathology, human
**
Hücreler iç ve dış
ortamlarında değişikliğe neden olan birçok zedeleyici etkenlerle karşılaşırlar.
Bu etkenlere karşı hücrelerin yanıt verme paternleri hastalıkların temelini
oluşturur. Normal bir hücre genetik yapısının el verdiği ölçüde dış ortamında
fizyolojik sınırlarda oluşan değişikliklere karşı yapısal ve fonksiyonel
bütünlüğünü etkili bir biçimde korumaya çalışır. Hücrenin bu şekilde dengede
kalmasına homeostasis denilir. Hücreler fizyolojik sınırlar dışında fizyolojik
uyarı ya da patolojik uyarı ile karşılaştığında, kendi iç özellikleri ve
uyarının cinsi, süresi ve şiddetine bağlı olarak ya yeni durumuna uyum
(adaptasyon) sağlar ya da akut olarak zedelenir.
Hücreler öldürücü olmayan
uyarılarla sürekli olarak etkilendiğinde, kronik, geri dönüşümlü zedelenme
formu olarak ta kabul edilen atrofi, hipertrofi, metaplazi, displazi ve hücre
içi madde birikimi gibi yanıtlara uyum sağlar.
Hücre zedelenmesinin nedenleri:
1. Fiziksel
etkenler.
2. Kimyasal
maddeler ve ilaçlar: Glikoz ve tuz gibi basit kimyasallar fazla miktarda
bulunduğunda elektrolit dengesini bozarak zarar verirler. Oksijen yüksek
konsantrasyonlarda toksiktir. Tedavi amacıyla kullanılan kimyasallar küçük
dozlarda zehir etkisi gösterir.
3. Radyasyon:
UV hücreler arası bağlantıları bozar. İyonize olmamış radyasyon: ısı üretir
4. İyonize
radyasyon: molekülleri iyonize eder veya serbest radikallerin oluşumuna neden
olurlar
5. Mikrobiyolojik
ajanlar
6. İmmünolojik
reaksiyonlar
7. Beslenme
dengesizliği
8. Genetik
faktörler
9. Oksijen
eksikliği
1. Serbest
Radikaller
Dış kaynaklı kimyasallar
veya ilaç metabolizması: CCl4 hücre içi metabolizması ile CCl3 serbest radikali
oluşur.
Normal hücre içi
metabolik olaylar: solunum sırasında, süper oksit (O2- ) hidrojen peroksit
(H2O2) ve OH gibi toksik özellikte aktif ara ürünler ortaya çıkar.
Transizyon metallerin
reaksiyonları demir ve bakır, elektron alıp verme özellikleri nedeniyle serbest
radikal oluşumuna yol açar. Örneğin ferrik demir Fe3+ süperoksit tarafından
ferröz Fe2+ indirgendikten sonra H2O2 ile reaksiyona girer ve hidroksil serbest
radikallerini oluşturur.
HİPERPLAZİ (Hücre Sayısının Artması):
Çoğunlukla hipertrofi ile
birlikte seyreder (ör:uterus büyümesi). Bölünemeyen hücrelerde görülmez.Bazı
bölünebilen hücrelerde (ör: böbrek epitel hücreleri) görülmez, tersine
hipertrofi görülür. Fizyolojik hiperplazi hormonal veya kompenzatuar olabilir. Puberte
ve gebelik döneminde meme bezi epitelinin çoğalması ile gebelikte uterus
büyümesi hormonal hiperplazidir.
Kompenzatuar hiperplazi
doku kaybı veya hastalık nedeniyle işlev kaybı ile gelişir. Karaciğerin bir
kısmı çıkarıldığında en erken 12 saat sonra mitoz başlar ve doku yerine
konuluncaya kadar (1-2 hafta) çoğalma devam eder.
Karaciğer kompenzasyon
sürecinde başlatıcı sinyaller ile tetiklenen hepatosit büyüme faktörü
(hepatocyte growth factor-HGF), epidermal büyüme faktörü (epidermal growth
factor-EGF) ve transforme edici büyüme faktörü-α (transforming growth
factor-TGFα) gibi büyüme faktörleri ile sitokininler ve norepinefrin, insülin,
glukagon, troid hormonları rol oynar.
Büyüme inhibitörleri
büyümeyi durdurur. Yara iyileşmesinde fibroblast ve kan damarı
proliferasyonları ve bazı viral etkenlerle oluşan lezyonlar (ör: papilloma
virüslerle oluşan deri siğilleri) da hiperplazi sonunda gelişir.
HİPERTROFİ:
Hormonal nedenler ve
işlevsel gereksinim sonucu bazı hücre konponotlerinin sentezinde artış ile
ortaya çıkar. Kronik hipertansiyonlu hastalarda kalp büyümesi. İskelet
kaslarında spor ile ortaya çıkan gelişme. Uterus ve meme bezlerinin hormon
nedenli gelişimleri.
ATROFİ:
Hücresel madde kaybı ile
gerçekleşen hücre boyutunda küçülme ve bağlı olarak organ ve doku küçülmesidir.
Atrofik hücreler ölü
değillerdir. Doğum sonrası uterus, Menopozda östrojen kaybına bağlı
endometrium, vajen epiteli ve meme atrofisi. Sinir zedelenmesi sonucu atrofi. Yetersiz
beslenme, yaşlanma, basınç atrofiye neden olur.
METAPLAZİ:
Bir hücre tipinin başka
bir hücre tipine dönüşmesidir. Hücre zor çevre koşullarına daha dayanıklı bir
başka hücre tipine dönüşerek cevap vermektedir. Örneğin: Solunum yolundaki
normal silyalı epitelin çok katlı yassı epitele dönüşmesi.
HÜCRE İÇİ BİRİKİMLER:
Bazı durumlarda
hücrelerde beklenmedik miktarlarda madde birikimi olabilir. Birikim zararsız
veya geçici olabildiği gibi, değişen derecelerde hücre hasarına da yol
açabilir.
Hücrede veya başka
yerlerde üretilen birikimler başlıca hücre çekirdeği ve lizozomlarda yerleşir.
Niteliklerine göre
birikimler.
1- Doğal bileşenler: su, yağ, protein
2- Anormal maddeler: eksojen (mineral vb),
endojen (anormal metabolizma ürünü)
3- Pigmentler
Yağlı değişim (Steatozis)
Karaciğerde trigliserid
birimi için yağ asidinin karaciğer tarafından alınması ve karaciğerden
lipoprotein olarak çıkışı arasındaki olaylar dizisinin bir basamağında bozukluk
olması gerekir.
Alkol: mitokondriyal ve
mikrozomal işlevleri etkiler
Karbon tetraklorür:
apoprotein sentezini azaltır.
Kalpte uzun süreli ve
orta dereceli hipoksi sonucunda sarı miyokart çizgilenmeleri oluşur.
Kolesterol
Aterosklerozda düz kas
hücreleri ve makrofajlar kolesterol ve esterlerinden oluşan lipit vakuolleri
içerir.
Bu köpüksü görünümdeki
hücrelerden oluşan kümeler intima tabakasında sarı renkli aterom plakları
oluşturur.
Kolesterol içeren köpüksü
makrofajların deri altı bağ dokusunda toplanmaları “ksantoma” adı verilen
kitlelerin oluşmasına neden olur.
Safra keseinde mukozada
benzer makrofaj topluluklarının bulunması da “kolesterolozis” olarak bilinir.
Glikojen:
Diabetes mellitus’da
porksimal tüp epitellerinde, hanle kulbunun inen kolunda, karaciğer hücrelerinde,
langerhans adacıklarının ß hücrelerinde glikojen birikir.
PATOLOJİK KALSİFİKASYON
Dokuda kalsiyum
tuzlarının birikmesine kalsifikasyon denir.
Gelişme sırasında kemik
dokuda doğal olarak kalsifikasyon meydana gelir.
Patolojik kalsifikasyon:
kalsiyum tuzlarının az miktarda demir ve magnezyum mineralleri ile birlikte
dokulardaki anormal birikimidir.
Distrofik Kalsifikasyon
Canlılığını yitirmiş
nekrotik dokularda oluşur ve kişiler normal serum kalsiyum seviyesine sahiptir
(kalsiyum metabolizmasında bozukluk yoktur).
Her tür nekroz sonucunda
(koagülasyon, kazeifikasyon, likefaksiyon, enzimatik yağ nekrozu) distrofik
kalsifikasyon olabilir.
Tüberkülozda
kazeifikasyon nekrozu sonucu akciğerde veya lenf nodunda oluşmuş ve hatta bir
taş sertliğine ulaşmış olsa bile herhangi bir fonksiyon kaybına neden
olmayabilir.
Romatizmal ateş sonucu
mitral ve aort kapaklarında meydana gelen kalsifikasyonlar kapakların
esnekliğini bozarak daralmalara ve fonksiyon bozulmasına neden olurlar (aort ve
mitral stenoz).
İlerlemiş atherosklerotik
lezyonlarda kalsifikasyon kaçınılmazdır. Koroner arterlerde atherosklerozda
meydana gelen distrofik kalsifikasyonlar damar lümenini daraltırlar. Bu
örneklerde de görüldüğü gibi fonksiyon kaybının ortaya çıkması kalsifikasyonun
oluşum yerine bağlıdır.
Distrofik
kalsifikasyonlar geçirilmiş bir hücre zedelenmesinin göstergesidir.
Kalsifikasyonlar
radyolojik olarak görüntü verdiklerinden, tanı konulmasına yardımcı olabilir.
Mamografi: meme
kanserinde meydana gelen kalsifikasyonları saptayarak, hastaların
belirlenmesine yardımcı olur.
Kalsifikasyon gösteren
diğer lezyonlar da rayolojik olarak bulgu verirler.
Kalsifikasyonlar
histolojik olarak bazofilik, amorf bir görünüme sahiptirler.
Patogenez
Distrofik
kalsifikasyonlarda da kemikte oluşan hidroksiapetite benzer kalsiyum fosfat
kristal yapıları oluşur.
Ölü veya ölmekte olan
hücrelerde plazma membranının kaybı nedeniyle, kalsiyum iyon gradienti
sürdürülemez ve hücre içine kalsiyum girişi olur. Intrasellular kalsifikasyon
mitokondrilerde, ekstrasellular kalsifikasyon ise mebran bağlı veziküllerde
kalsiyum birikmesi ile başlar. Daha sonra ortamdaki Ca++ ve PO4 iyonlarının
artarak birikmesi ile yapısal bir değişim olur ve mikro kristaller oluşur.
Osteopontin, osteonektin,
osteokalsin gibi proteinler matriks molekülleri ile minerallerin etkileşimini
artırarak distrofik kalsifikasyon oluşmasına katkıda bulunurlar. Buna karşılık
gama karboksiglutamik asit distrofik kalsifikasyon oluşumunu inhibe eder.
Distrofik kalsifikasyonun
inhibisyonu önemlidir; çünkü distrofik kalsifikasyon medikal olarak önlenebilir
ise, bugün henüz uygulamaya geçmemiş olmakla beraber distrofik kalsifikasyonun
neden olduğu bir çok zararlı etki için koruyucu bir tedavi elde etme şansı
olabilir.
İnflamasyon (İLTİHAP):
Çeşitli eksojen ve endojen uyarıların canlı dokuda oluşturduğu zedelenmeye
karşı vaskülarize bağ dokuda oluşan kompleks reaksiyondur.
Hücre Zedelenmesi, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar (Patoloji: ROBBINS)
STRES VE ZARARLI
UYARANLARA KARŞI HÜCRESEL YANITLARIN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ
Hücreler, çevrelerinde
olup bitenlere aktif olarak katılır; yapı ve fonksiyonlarını değişen
gereksinimlere ve hücre dışı streslere göre sürekli olarak ayarlarlar.
Hücreler, hücre içi ortamı sınırları oldukça dar olan fizyolojik
parametrelerde tutmaya çalışırlar; başka bir deyişle, normal homeostasisi
sürdürürler. Hücreler fizyolojik streslerle veya patolojik uyaranlarla
karşılaştıklarında, uyum gösterip canlılıklarını ve işlevlerini koruyarak yeni
bir denge durumuna (“steady state”) ulaşabilirler. Başlıca uyum yanıtları
hipertrofi, hiperplazi, atrofı ve metaplazidir. Uyum yeteneği aşılırsa veya dış
stres doğrudan zararlıysa, hücre zedelenmesi meydana gelir. Belirli sınırlar
içinde zedelenme geri dönüşlüdür ve hücreler stabil bir çizgiye dönebilirler;
öte yandan, ağır veya uzun süren stres geri dönüşsüz zedelenme ve etkilenen
hücrelerin ölümü ile sonlanabilir. Hücre ölümü, herhangi bir doku veya
organdaki hastalığın ilerlemesinde en belirleyici olaylardan biridir. Hücre
ölümü, aralarında iskemi (kan akımının durması), infeksiyonlar, toksinler ve
bağışıklık reaksiyonları da bulunan çeşitli nedenlerin sonucudur. Hücre ölümü;
embriyogenezde, organların gelişmesinde ve homeostazın sürdürülmesinde de
normal ve olmazsa olmaz bir süreçtir.
Normal, uyum sağlamış,
geri dönüşlü veya geri dönüşsüz biçimde zedelenmiş hücreler arasındaki
farklar, kalbin değişik streslere yanıtlarında çok iyi gösterilebilir.
Hipertansiyonda veya daralmış bir kapak nedeniyle olduğu gibi, uzun süre aşırı
yüklenme ile karşılaşan kalp kası, gerek duyulan yüksek kasılma gücünü
üretebilmek için, hipertrofi göstererek uyum sağlar. Hipertrofide, kalp kası
hücrelerinin her birinin, sonuçta da tüm kalbin büyüklüğü artar. Gereksinim
artışı ortadan kalkmazsa veya tıkanan bir koroner arter nedeniyle kalp kasına
kan akımı azalırsa (iskemi), kas hücreleri zedelenebilir. Stres hafif
derecede, arter tıkanıklığı kısmi veya çok kısa süreli olduğunda, kalp kası
geri dönüşlü olarak zedelenebilir. Tam veya uzun süreli tıkanmada ise, geri
dönüşsüz zedelenme (infarktüs) meydana gelir. Dikkat ederseniz, stresler veya
zedelenme hücre ve dokuların yalnızca görünümlerini değil, fonksiyonel
durumlarını da etkiler. Dolayısıyla, geri dönüşlü olarak zedelenmiş miyositler
ölü değildir ve morfolojik olarak normal hücrelere benzerler. Ancak, kasılma
yetisini geçici olarak yitiren bu hücrelerde çok hafif bir zedeleneme bile
ölümcül klinik sonuçlar doğurabilir. Belli bir stresin adaptasyonu mu
başlatacağı, geri dönüşlü veya geri dönüşsüz bir zedelenmeye mi neden olacağı,
yalnızca stresin niteliğine değil; hücre metabolizması, kanlanma ve beslenme
durumu gibi birkaç başka değişkene de bağlıdır.
STRESE KARŞI HÜCRESEL UYUMLAR
Uyumlar (adaptasyonlar),
hücrelerde çevr elerindeki değişimlere yanıt olarak oluşan; geri dönüşlü,
sayı, büyüklük, fenotip, metabolik etkinlik ve işlev değişiklikleridir.
Fizyolojik uyumlar, çoğu kez hücrelerin hormonlar veya endojen kimyasal
mediyatörlerle normal olarak uyarılmaya verdikleri yanıtlardır (memelerin ve
uterusun gebelik sırasında hormonlara bağımlı olarak büyümeleri gibi).
Patolojik uyumlar, hücrelerin strese yanıt olarak yapılarını ve işlevlerini
değiştirerek zedelenmeden kaçınmalarıdır. Bu adaptasyonların birkaç farklı
biçimi vardır.
Hipertrofi
Hipertrofi; hücrelerin
boyutlarında, organın büyüklüğünün de artması ile sonuçlanan bir artmadır.
Buna karşılık hiperplazi (daha sonra ele alınacak), hücre sayısında artma ile
karakterlidir. Başka bir deyişle, katıksız bir hipertrofide yeni hücreler
değil, yalnızca yapısal proteinlerin ve organellerin miktarının artmasıyla
irileşen daha büyük hücreler vardır. Hiperplazi, çoğalma yeteneği olan
hücrelerde görülen bir uyum yanıtı iken; hipertrofi, hücreler bölünme
yeteneğine sahip olmadıklarında görülür. Hipertrofi fizyolojik veya patolojik
olabilir; artan fonksiyonel gereksinime veya özgül hormonal uyarıya bağlı
gelişebilir. Hipertrofi ve hiperplazi birlikte görülebilir; doğal olarak,
ikisi de organın irileşmesine neden olabilir. Uterusun gebelik sırasındaki
olağanüstü büyümesi, östrojene bağlı düz kas hipertrofisi ve düz kas
hiperplazisi sonucunda meydan gelir (Şekil 1 -3). Buna karşılık, iskelet
kasları ve kalpteki çizgili kas hücreleri, bölünme yetenekleri sınırlı
olduğundan, artan iş yükü karşısında yalnızca hipertrofi gösterebilirler.
Dolayısıyla, azimli bir halterci, iş yükü artan çizgili kas hücrelerinin her
birinin hipertrofisi ile gösterişli bir fizik edinebilir. Patolojik hücresel
hipertrofi örneklerinden biri de hipertansiyon ve aort kapağı hastalığı
nedeniyle oluşan kalp büyümesidir.
Kalp hipertrofisini
yönlendiren mekanizmalarda en az iki sinyal bulunur: Gerilme gibi mekanik
tetikleyiciler ve alfa adrenerjik reseptörlerin aktifleşmesi gibi trafik
tetikleyiciler. Bu uyarılar bazı genlerin indüklenmesine yol açan sinyal
iletimi yolaklarını açarlar. Böylece, aralarında büyüme faktörleri ve yapısal
proteinler de bulunan çok sayıda hücresel proteinin üretimi uyarılmış olur.
Sonuç, hücre başına daha çok protein ve miyofilament üretimidir. Bu da,
performansı artırarak talep ile hücrenin fonksiyonel kapasitesi arasındaki
dengeyi sağlar. Bu arada, kontraktil proteinlerde erişkin formun yerini fetal
veya neonatal formlar alabilir. Örnek olarak, kas hipertrofisi sırasında
alfa-miyozin ağır zincirinin yerini daha yavaş, enerji açısından daha ekonomik
kasılma sağlayan beta-miyozin ağır zinciri alır. Hipertrofinin asıl
mekanizması ne olursa olsun, kas kitlesi artışının yük artışını artık
karşılayamaz olacağı bir sınıra erişilir. Bu durum kalpte gerçekleştiğinde,
kalp kası liflerinde bazı "dejeneratif” değişiklikler olur. Bunların en
önemlisi, miyofibrillerin kontraktil elemanlarının parçalanması ve yitimidir.
Hipertrofinin sürmesini sınırlayan ve regresif değişikliklere neden olan
değişkenler tam olarak anlaşılmış değildir. Damarların irileşen fibrilleri
yeterince beslemesinde, mitokondrilerin adenozin trifosfat (ATP) sağlamasında,
veya kontraktil proteinlerle hücre iskeleti elemanlarını sağlayacak
biyosentetik üretim sürecinde sınırlar olabilir. Bu değişikliklerin net sonucu,
ventrikül dilatasyonu ve kalp yetmezliğidir. Bu olaylar dizisi, stres ortadan
kalkmadığında adaptasyonun fonksiyonel olarak önemli hücre zedelenmesine nasıl
ilerleyebileceğini göstermektedir.
Hiperplazi
Yukarıda ele alındığı
gibi, hiperplazi, hücre topluluğu bölünme yeteneğine sahip olduğunda görülür;
hipertrofi ile birlikte olabilir ve çoğu kez aynı uyarana yanıttır. Hiperplazi,
fizyolojik veya patolojik olabilir.
Fizyolojik hiperplazinin
iki tipi şunlardır: (1) Hormonal hiperplazi Kadın memesindeki glandüler
epitelin pubertede ve gebelik sırasında prolifere olması örneğindeki gibi. (2)
Kompensatuar hiperplazi. Dokunun bir kısmı hastalandığında veya çıkarıldığında
görülür. Örnek olarak, karaciğerin bir kısmı çıkarıldığında kalan hücrelerde
mitotik etkinlik artışı 12 saat içinde başlar ve sonuçta karaciğeri normal
ağırlığına getirir. Bu örnekteki hiperplaziyi uyaran, kalan hepatositler ve
parankimal olmayan hücreler tarafından üretilen polipeptid büyüme
faktörleridir. Karaciğer kitlesi yerine konduğunda, hücre pıoliferasyonu
değişik büyüme inhibitörleri tarafından durdurulur.
Patolojik hiperplazinin
çoğu formuna aşırı hormon veya büyüme faktörü uyarımı neden olur. Örnek
olarak, bir adet döneminden sonra, normalde hipofiz hormonları ve over kaynaklı
östrojen ile uyarılan, progesteron ile inhibe edilen yoğun bir endometriyal
epitel proliferasyonu görülür. Ancak, östrojen ile progesteron arasındaki denge
bozulduğunda, anormal menstrüel kanamanın sık görülen bir nedeni olan
endometriyal hiperplazi meydana gelir. Hiperplazi, prolifere olan
fibroblastların ve kan damarlarının onanma yardımcı oldukları yara
iyileşmesinde destek dokusu hücrelerinin de önemli bir yanıtıdır. Bu süreçte,
zedelenmeye yanıt veren akyuvarlar (lökositler) ve hücre dışı matrikste bulunan
hücreler tarafından büyüme faktörleri üretilir. Büyüme faktörleri ile uyarım,
belli viral infeksiyonlara eşlik eden hiperplazilerde de görülür. Örnek olarak
papillomavirüsler, siğillere ve hiperplastik epitel kitlelerinden oluşan
mukozal lezyonlara neden olur. Bu örnekteki büyüme faktörleri virüs veya
enfekte hücreler tarafından üretilebilir. Şurası önemle vurgulanmalıdır ki, tüm
bu örneklerde hi- perplastik süreç hep kontrol altındadır; hormon veya büyüme
faktörü uyarısı durduğunda, hiperplazi de ortadan kalkar. Benign patolojik
hiperplazileri kanserden ayıran, normal düzenleyici kontrol mekanizmalarına
olan bu duyarlılıktır. Kanserlerde, büyüme kontrol mekanizmaları bozuk veya
etkisizdir (Bölüm 6). Yine de, patolojik hiperplazi, sonuçta kanserli
proliferasyonun gelişebileceği verimli bir toprak meydana getirir. Bu nedenle,
endometriyal hiperplazisi olan hastalarda endometriyal kanser gelişmesi riski
artmıştır. Belli papillomavirüs infeksiyonları da servikal kansere yatkınlık
oluşturur.
Atrofi
Hücre içeriğinin kaybı
ile hücrenin boyutlarında az.al- ma olmasına atrofı denir. Yeterli sayıda hücre
etkilendiğinde, tüm doku veya organ küçülür, atrofık duruma gelir. Şu
vurgulanmalıdır ki; atrofık hücreler, fonksiyonları azalmış olsa da ölü değildirler.
Atrofi nedenleri
arasında, iş yükünün azalması (bir kemik kırığının iyileşmesi için ekstremi
tenin hareketsizleştirilmesi gibi), innervasyon yitimi, kanlanmanın azalması,
yetersiz beslenme, endokrin uyarının yitimi ve yaşlanma (senil atrofi) sayılabilir.
Bu uyarıların kimi fizyolojik (menopozda hormonal uyarının ortadan kalkması
gibi), kimi patolojik (denervasyon gibi) olsa da, temel hücresel değişiklikler
tıpatıp aynıdır. Bunlar, hücrenin yaşamını sürdürebilmesinin mümkün olduğu
daha küçük bir boyuta inmesini sağlar: hücrenin boyutları ile azalan kanlanma,
beslenme ve trofik uyarı arasında yeni bir dengeye ulaşılır.
Atrofi, hücrelerde aşın
protein yıkımı ve yetersiz protein üretiminin sonucudur. Protein sentezi,
metabolik etkinliğin azalması yüzünden azalır. Hücresel proteinlerin yıkımı en
çok ubiquitine-proteasome yolağı ile gerçekleşir. Besin eksikliği ve
kullanılmama, ubiquitine li- gazları aktive eder. Bunlar, küçük bir peptid olan
ubiquitine'in çok sayıda kopyasını hücresel proteinlere iliştirir ve böylece bu
proteinleri proteazomlarda parçalanmak için işaretlemiş olurlar. Bu yolağın,
kanser kaşeksisi gibi bir dizi katabolik durumda görülen hızlanmış prote-
olizden de sorumlu olduğu düşünülmektedir.
Pek çok durumda atrofi
otofaji artışı ile birliktedir ve hücrede otofajik vakuollerin sayısı artar.
Otofaji ("kendini yeme"), aç kalan hücrenin besin bulabilmek ve
hayatta kalabilmek için kendi birimlerini sindirmesi sürecidir. Bu süreci
daha sonra tanımlayacağız.
Metaplazi
Metaplazi, erişkin bir
hücre tipinin (epitelyal veya ıne- zenkimal) yerini bir başka erişkin hücre
tipinin aldığı geri dönüşlü bir değişimdir. Bu tür hücre uyumunda, belli bir
strese duyarlı olan hücrelerin yerine olumsuz çevre koşullarına daha iyi
dayanabilecek olan başka hücre türleri geçer. Metaplazinin zaten farklılaşmış
hücrelerin yeniden farklılaşması ile değil, kök hücrelerin genetik olarak
"yeniden programlanması" ile gerçekleştiği düşünülmektedir.
Epitelyal metaplazinin
tipik örneği, sigara alışkanlığı olanların solunum epitelinde görülen skuamöz
değişikliktir. Trakea ve bronşların normal siliyalı kolumnar hücrelerinin
yerini fokal veya yaygın olarak çok katlı yassı epitel hücreleri alır. A
vitamini eksikliği de solunum epitelinde skuamöz metaplazi oluşturabilir. Daha
"dayanıklı" olan çok katlı yassı epitel, daha kolay zedelenebilen
özelleşmiş epitelin dayanamayacağı koşullarda yaşamını sürdürebilir.
Metaplastik epitelin yaşamını sürdürebilme avantajı varsa da, mukus üretimi ve
parçacıkların siliyalar ile temizlenmesi gibi önemli koruyucu mekanizmalar
yitirilmiştir. Dolayısıyla, epitelyal metaplazi iki tarafı keskin bir kılıç
gibidir. Dahası, metaplastik dönüşümü başlatan etkiler sürekli olurlarsa,
epitelde malign dönüşüme de yatkınlık meydana getirebilirler. Gerçekten,
akciğer kanserinin sık görülen bir türünde maligıı skuamöz hücrelerin yanı sıra
solunum epitelinde skuamöz metaplazi de bulunur. Sigara kullanımının
başlangıçta skuamöz metaplazi oluşturduğu; kanserlerin daha sonra, değişime
uğramış bu odaklarda geliştiği düşünülmektedir. Metaplazi her zaman kolumnar
epitelin yerini yassı epitelin alması biçiminde olmaz; midenin kronik
reflüsünde alt özofagusun normal çok katlı yassı epiteli, mide veya bağırsak
tipi kolumnar epitele dönüşebilir. Metaplazi mezenkimal hücrelerde de
görülebilir; ancak, bu tam olarak bir uyum yanıtı değildir. Örnek olarak,
yumuşak dokularda, özellikle zedelenme alanlarında bazen kemik oluşabilir.
ÖZET
Strese Karşı Hücresel
Uyumlar
.Hipertrofi: Hücre ve
organ boyutlarında artma, çoğu kez artan iş yüküne yanıt olarak; mekanik stres
ve büyüme faktörleri ile başlatılır; hücreleri bölünme yeteneğinden yoksun
dokularda görülür.
.Hiperplazi: Hormonlara
ve diğer büyüme faktörlerine yanıt olarak hücre sayısında artma; hücreleri
bölünme yeteneğine sahip dokularda görülür.
.Atrofı: Besin
maddelerinde azalma veya kullanılmama nedeniyle hücre ve organ boyutlarının
küçülmesi; hücre organellerinin proteolitik yıkımında artış ve yapımında
azalma ile birliktedir.
.Metaplazi: Farklılaşmış hücrelerin
fenotipinde değişme, çoğu kez kronik irritasyona yanıt olarak gelişir ve
hücrelerin strese daha dayanıklı olmasını sağlar; genellikle kök hücrelerin
değişik yönde farklılaşması ile gelişir; fonksiyonların azalmasına veya
malign değişime yatkınlığın artmasına neden olabilir.
HÜCRE ZEDELENMESİ VE HÜCRE ÖLÜMÜNÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ
Bölümün başında
söylendiği gibi; hücre zedelenmesi, hücreler uyum sağlayamayacakları derecede
ağır bir stresle karşılaştıklarında, özde zedelenme oluşturucu etkenlere maruz
kaldıklarında veya kendi iç yapılarındaki anormallikler nedeniyle gerçekleşir.
Değişik zedeleyici etkenler pek çok metabolik yolu ve hücre organelini
etkileyebilir. Zedelenme, geri dönüşlü bir dönemden geçerek ilerleyebilir ve
hücre ölümü ile sonlanabilir.
.Geri dönüşlü hücre
zedelenmesi. Zedelenmenin hafif biçimlerinde veya başlangıç dönemlerinde
zedeleyici etken ortadan kaldırılırsa, fonksiyonel ve morfolojik
değişiklikler geri dönüşlüdür. Bu dönemde, önemli yapısal ve fonksiyonel
anormallikler bulunsa bile, ağır membran zedelenmesi ve çekirdek dağılması
gerçekleşmemiştir.
.Hücre ölümü. Yıkımın
sürmesi ile zedelenme geri dönüşsüz duruma gelir, artık iyileşmesi mümkün
olmayan hücre ölür. Morfolojileri, mekanizmaları, hastalıklardaki ve fizyolojik
rolleri farklı olan iki tip hücre ölümü vardır: Nekroz ve apoptoz. Membran
zedelenmesi şiddetli olduğunda, enzimlerin lizozomlardan dışarı sızması,
sitoplazmaya geçmesi ve hücreyi sindirmesi ile nekroz meydana gelir. Hücre
içeriği, zedelenen plazma membranından çevreye yayılır ve konak yanıtını
(inflamasyon) başlatır. Iskemi, toksinler, infeksiyonlar ve travma gibi sık
karşılaşılan pek çok zedelenmede ana hücre ölümü yolu nekrozdur. Büyüme
faktörlerinden yoksun kaldığında, DNA'sı veya proteinleri onanlamayacak
düzeyde zedelendiğinde; hücre kendini, apoptoz olarak adlandırılan ve membran
devamlılığı tam olarak ortadan kalkmadan çekirdeğin dağılması ile karakterli
olan bir yolla öldürür. Apoptoz, aktif enerji gerektiren, sıkı kontrol altında
gerçekleşen hücre ölümü türüdür ve bazı özel durumlarda görülür. Nekrozun her
zaman patolojik bir süreç olmasına karşı apoptoz, çok sayıda normal fonksiyona
katkıda bulunur ve patolojik hücre zedelenmesi ile birlikte olması gerekmez.
TROMBOZİS
Kan damar içersinde sıvı, damar dışında katı formda
bulunmalıdır. Dolaşım yolundaki kanın katı forma dönüşmesi trombosiz olarak
isimlendirilir.
Trombüs: Kan akımının anormal (türbülan veya statik) olduğu
durumlarda, damar endoteli hasara uğradığında veya kan pıhtılaşmaya eğilim
gösterdiğinde kalpte veya damar içinde oluşan kan pıhtısı, kanın solit forma
dönüşmüş halidir.
Trombüs Oluşumuna Zemin Hazırlayan Faktörler (Virchow
Triadı)
1- Endotel hasarı
2- Normal kan
akışında değişiklik olması
3- Pıhtılaşmaya
eğilimi artmış kan
Trönbüs Formları
Mural trombüs: Kalp boşlukları veya aortanın duvarlarında
oluşurlar. Kural olarak lümeni tıkamaz ancak, mobilize olur ise tehlikelidir.
Arteriyel trombüs: genellikle reptür aterosklerotik
plakların üzerinde, daha az sıklıkta diğer vasküler hastalıklarda veya cerrahi
sonrasında da görülür. Aort haricinde arteriyel trombüsler genellikle damar
duvarına yapışırlar; nadiren embolize olarak arterleri tıkarlar.
Arteriyel sistemde görülen “beyaz trombüs”; kan akımının
hızlı olduğu yerlerde kırmızı kan hücrelerinin duvara tutunması zor olduğunda
ve fibrin ağı üzerine az miktarda kırmızı küre eklendiğinde görülen trombüs
tipidir.
Vejetasyonlar: Kalp kapakcıkları üzerinde görülen
trombüslerdir. Bakterilerin varlığı ile ilişkili olabilir (bakteriyel
endokardit) veya steril olabilir.
Venöz trombüsler:
Varikö ven: yüzeyel ven
TROMBOEMBOLİ
Embolüs: Damar içersinde kan ille taşınan katı, sıvı veya
gazdan oluşan bir oluşumdur. Hemen hepsi yerinden koparak serbestleşen bir
trombüs parçasıdır. Yağ partikülleri, azot kabarcıkları, aterosiklerotik
ürünler (kolesterol embolisi), tümör ve kemik iliği parçacıkları ve yabancı
cisimler de embolüs çeşitleridir. Bunlar daha ileri gitmelerine olanak
tanımayacak kadar küçük çaplı damarlarda kalır ve tıkanma distalinde iskemik
nekroza neden olurlar.
Pulmoner tromboembolizm: dizin yukarısındaki derin bacak
venlerinden kaynaklanan tromboemboli sağ kalpten pulmoner damarlara geçer ve
büyüklüğüne bağlı olarak ana pulmoner veya daha küçük damarlarda tıkanmalara
yol açar. Tekralama riski vardır.
Sistemik tromboembolizm: arteriyel dolaşım içindeki
trombüslerin embolizasyonudur. Çoğunluğu (yaklaşık %80) kalpten kaynaklanır.
%60 mural trombüsler (miyokard infarktı sonrası)
%10 atriyal trombüsler (kapak hastalığı, fibrilasyon)
%5 kardiyomyopatiler
%25 diğer (aortik anevrizma, sol taraf endokardit, prostetik
kapaklar, ülsere aterosklerotik plaklar, paradoks embolizm ve “kökeni
aydınlatılamayanlar”)
KAN DAMARLARININ
EMBRİYONİK GELİŞİMİ
Endotel Hücreleri
En erken embriyonik vasküler primordia, yolk sakda splanknik
mezoderm ve endoderm arasında endotel hücre kümesinden kaynaklanır.
Kan damarları proğramlanmış gelişim aşamaları:
Erken yapılar ya da kan adaları daha sonra endotel hücreleri
olacak periferik hücrelere farklılaşır. Daha ortada yerleşen hücreler primitif
kan hücrelerinin kısa ömürlü seri hücrelerini oluşturur.
Yolk salktan çıkan vasküler primordia embriyo gövdesinde
bağamsız olarak gelişen endotelyal tüp sistemi pleksus ile birleşir. Tüp
oluşumu hücre adezyon molekülleri ve ekstrasellüler matriks ile ilişkilidir.
Sadece endotel hücreleri ile döşeli kapiller damarlarda
mezankimal hücrelerin de gelişmesi ile media tabakasının düz kas hücreleri ve
adventisyanın fibroblastları oluşur.
Mezankimal hücreler yerlerine uygun fenotipik farklılaşma
gösterir. Sonrasında ekstrasellüler matriks salgılarlar. Fötal hayatın 4.
Ayında arteryal duvarın üç tabakası belirginleşir.
Embriyonik damar sistemi oluştuktan sonra var olan
damarlardan yeni dallar gelişir. Anjiogenezis bazik fibroblast büyüme
faktörü(bFGF-2), vasküler endotelyal büyüme faktörü(VEGF) gibi angiogenik
faktörler ile kontrol edilir. Anjiogenezis indükleyen ve inhibe eden faktörler
ile düzenlenir. Yara iyileşmesinde ve tümör büyümesinde ve embriyolojik
gelişimde anjiogenezisin önemi büyüktür.
Endotel hücrelerinin intimada tek sıralı dizilimleri adezyon
moleküllerine bağlıdır. Hücreler arası bileşkeler solusyonların geçişi için
bariyer fonksiyonu yapar. Endotel hücreleri ile dolaşan kan hücreleri
arasındaki ilişki de kısmen adezyon molekülleri ile yönetilir. Bu moleküllerin
reseptörler ve ligantları fonksiyonel olarak üç tipdir:
1- Hücre-sübstrat
adezyon molekülleri, endotel hücrelerinin fibronektin, laminin, trombospondin
gibi adeziv glikoproteinlere tutunmasını sağlar.
2- Hücre-hücre
adezyon molekülleri, endotel hücrelerinin birbirine tutunmasını sağlar.
Cadberin, hücreler arası bileşkede, occuludin, hücreler arası sıkı
bağlantılarda bulunur.
3- Lökosit adezyon
molekülleri, endotel yüzeyinde bulunan E-selektin ve P-selektin, lökositler üzerinde
bulunur.
Düz Kas Hücreleri
Endotelyal tüp oluştuktan sonra lokal mesodermden düz kas
hücreleri gelişir. Düz kas hücrelerinin iki farklı embriyolojik orjini vardır.
Vücudun üst yarısında buluna major arterlerin duvarlarında bulunan düz kas
hücreleri nöral krest kaynaklı mesoektodermden gelişir. Media tabakası uniform
görüntüsüne rağmen belirgin heterojenite gösterir. Bu durum vasküler sistem
lezyonlarının gelişimi ile ilişkilrndirmede önemlidir. Düz kas hücrelerinin
farklı yerleşim yerlerinde farklı olan kontraktil özellikleri değişik uyarılara
farklı reaksiyon oluşturmalarına neden olur.
Kan Damarlarının
Yapısı
Kan damarları vücuttaki en basit yapılardan birisi olup
başlıca endotel ve düz kas hücrelerinden oluşmuşlardır. Birçok kan damarı
hastalığı bu hücrelerin fonksiyon bozukluğu ya da lökositler ile etkileşiminden
kaynaklanır.
Vücudumuzda farklı lokalizasyonlarda farklı fonksiyonel
gereksinimler ile değişen damarlanma yapısı vardır. Arterlerde pulsatif ve
yüksek kan basıncına karşı direnç için venöz konpartmana oranla duvar daha
kalındır. Damarlar küçüldükçe arteriyel duvar kalınlığı azalır, ancak duvar
kalınlığının lümen çapına oranı daha büyüktür. Venlerin çapı daha büyük, lümeni
daha geniş ve arterlere oranla duvarı daha incedir.
Kan damarı duvarında endotel hücreleri, düz kas hücreleri
ile elastik element, kollagen ve proteoglikanlardan oluşan ekstrasellüler
matriks bulunur.
Arter tipleri
1.Elastik arterler: En geniş kan damarlarıdır. Aorta ve
dalları, common carotid, iliak ve pumoner arterler elastik arterlerdir. Üç
tabakadan oluşurlar.
Tunika intima: Elastik laminanın üzerinde bulunan butabaka,
endotel hücreleri ve altında bulunan konnektif dokudan oluşur.
Atherosklerosisde olduğu gibi elastik arterlerdeki patolojik değişikliklerin
çoğunluğu bu tabakada gerçekleşir. Aortanın tunika intiması kollojen,
proteoglikan ve az miktarda elastinden oluşan kalın bir tabakadır. Normal
intima endotel hücrelerinin yanı sıra düz kas hücreleri, seyrek olarak lenfosit
ve makrofajları da içerir.
Tunika media: İntimadan dışa doğru yerleşen, düz kas
hücrelerinden oluşan tabakadır. Arteriyel sistemde mekanik ve metabolik
gereksinimlere göre bölgesel uyumu sağlayabilecek değişiklikler için bu
tabakanın içeriği veya şekillenmesi değişiklik gösterebilir. Elastik arterlerde
sistol ile diyastol arasındfa enerji kaybını minimize etmek için düz kas
hücreleri arasında elastik lifler yerleşmiştir. Elastik arterlerde oldukça
yoğun olan elastik lifler ve sonrasında bulunan media tabakası belirgin olarak
ayrılır. Aortanın elastik konponenti sistol sırasında genişlemesine ve her bir
kalp atımı için enerji depolamasına izin verir. Kalp siklusunda diastolik faz
kardiyak kontraksiyonlar arasında ve sonrasında vasküler duvarın geri
çekilmesi, kanın periferik vasküler sistem boyunca ilerlemesini sağlar.
Yaşlanma esnasında aorta elastikiyetini kaybeder. Bu damarların özellikle kan
basıncı yükseldiği zaman genişlemesi zorlaşır. Böylece arterler prograsif
olarak kıvrıntılı ve dilate olurlar. Özellikle elastik tabaka olamk üzere media
tabakasının bozulması arterlerde anevrizma olarak adlandırılan dilatosyonlara
neden olur. Atherosikleroz gibi bir çok hastalık mediada düz kas hücre
proliferasyonuna neden olur. Normal yaşlanma esnasında ve hipertansiyonda düz
kas hücreleri hücre bölünmesi olmaksızın DNA’larını replike ederek
endoreplikasyon yaparlar. Sonuçta tetraploid, oktaploid olabilir veya daha
fazla ploidi gösterebilirller.
Medial düz kas hücreleri yeterince beslenemez ya da
artıkları uzaklaştıramaz ise hücre ölümüne kadar giden dejeneratif
değişiklikler gösterebilirler. Özellikle düz kas hücre tabakası 30 hücreden az
olan damarlarda media tabakasının beslenmesi endotel aracılığı ile damar
lümeninden sağlanabilir. Aorta gibi damarlarda bu olanak yoktur. Duvarında
28’den çok sıralı düz kas hücresi bulunan kan damarlarında bu problemin çözümü
için vasa vasorum olarak adlandırılan damar yapıları bulunur. Vasa vasorumlar
damar duvarına dış yüzünden girerek media tabakası için kan desteği sağlayan
yapılardır. Arteriosklerotik kan damarlarında vaso vasorumlar ile zengin kan
desteği gelir. Tunika media eksternal kan damarlarının yanı sıra
kontraktilitesini etkileyen otonomik sinir lifleri de içerir.
Tunika adventisya: damarın en geniş kısmında bulunur.
Fibroblastlardan oluşan konnektif doku. Vaso vasorumları oluşturacak damarları
ve sinirleri içerir.
2.Müsküler arterler: Orta çaplı arterlerdir. Elastik
arterlerle gelen kan büyük müsküler arterler ile organlara dağıtılır. Muskuler
arterlerin media tabakası belirgin elastik bant içermeksizin sirküler veya
spiral dizilen düz kas hücrelere tabaklarından oluşmuştur. Yine de duvarlarında
belirgin internel lamina ve genellikle eksternal elastik lamina bulunur.
İnternal elastik laminanın devamlılığı düz kas hücrelerinin media tabakasından laminaya
doğru hareketine izin vermek için fenasyonlar ile kesintiye uğrar.
Küçük müsküler arterler kan akımının düzenlenmesinde önemli
rol oynarlar. Bu damarların lümenlerinin daralması direnci artırarak ince
duvarlı kapillerlerden plasma içeriğinin geçişini ve suyun değişimi için kan
basıncını uygun seviyeye getirir. Periferik direnci ayarlayan direnç
damarlarıdır.
3. Arterioller: Arterlerin en küçük dallarıdır. Doku ve
organ içerisinde bulunan ve çapları genellikle 20-100 µm olan
arterlerdir.elastik tabakaları olmayan endotel ve bir iki sıralı düz kas
hücresi ile cevrelenmiş damarlardır. En küçük olan arterioller, kapiller
yatakta kanın dağılımını kontrol eden dinamik bir düzenleyici rol oynarlar.
Kan damarlarında akıma karşı direnç çapın 4. Kuvveti oranında
ters orantılıdır. Çapın yarıya inmesi direnci 14 kat artırır. Bu nedenle küçük
kan damarlarda lümen çapındaki değişimlerin akımı sınırlayıcı etkileri daha
derin olmaktadır. Böylece arterioller pulsatif akımı sürekli akıma
dönüştürmekte ve basınç ve akış hızındaki ani azalmalara engel olmaktadır.
Bazı patalojik lezyonlar karakteristik olarak bazı çap
aralığındaki arterleri ilgilendirir. Örneğin atherosklerozis büyük elastik ve
müsküler arterleri tutarken; hippertansiyon esas olarak küçük müsküler arterleri
ve arteriyolleri etkiler.
Endotel:
Tüm damar sistemini döşeyen tek sıralı hücrelerdir.
Damarların yapısal ve fonksiyonel bütünlüğü, damar duvarının yapısal ve
fonksiyonel bütünlüğü, damar duvarının dolaşım fonksiyonu ve hemostazı devam
ettirmede temel hücrelerdir. Tronbüs oluşumunu engelleyen durumkan akımın
olması ve endotel hücrelerinin antitrombötik özellikleridir. Endotel
fonksiyonlarında olan değişiklikler, endotel tabakasının kaybı ve kan akımında
olan değişiklikler, durağanlaşma ile tromboz gelişir. Endotel hücrelerinin
basit kaybı durumunda eğer kan akımı normal olarak devam ediyor ise platelet
alanı döşer.; ancak tromböz oluşumu izlenmez. Endotel poligonal ve uzatılmış
şekilli, piknotik vezikülleri ve komşu hücreler ile bileşke konpleksleri olan
hücrelerdir. Endotel hücrelerinde bulunan Weibel-Pallade cismcikleri, 0,1 µm
genişliğinde, 3 µm uzunluğunda von Willebrand faktör için depo organeli olan
membran bağımlı yapılardır.
Endotel hücrelerinin çok sayıda farklı fonksiyonları
bulunmaktadır.
Arteryal, kapiller ve venüllerin duvarı boyunca küçük ve
büyük moleküllerin transferini kontrol eden yarı geçirgen bir membran olma
olasılığı
Trombozis, tromboliz ve platelet adezyonu düzenlenmesi.
Vasküler tonüs ve kan akımının düzenlenmesi
Hormonların metabolizması
Büyük oranda lökosit ile damar duvarı arasında etkileşimin
kontrolü immün ve inflamatuar reaksiyonların düzenlenmesi.
Damar duvarında lipoprotein değişimi
Özellikle düz kas hücreleri olmak üzere diğer hücre
tiplerinin büyümesinin regülasyonu.
ENDOTELYAL FONKSİYON
BOZUKLUKLARI
Vasküler hasara katkıda bulunan uyaranlar endotelyal
aktivasyon ile vasküler lezyonların başlangıcında ve gelişiminde etkili
olurlar. Sitokininler, inflamatuar hasar yapan bakteriyel ürünler, septik şok,
hemodinamik stres, atheroskleroz patogenezinde rol oynayan lipid türleri,
glikolizasyonun son ürünleri (diabetes melllitus’da önemli), virusler,
kompleman bileşikleri, ve hipoksi endotel aktivasyonuna neden olur. Aktive
endotel hücreleri adezyon molekülleri, sitokininler, kemokin, büyüme faktörü,
vasokonstrüksiyon ya da vasodilatasyon yapan vasoaktif aminler, MHC,
prokoagülantlar, antikoagülan maddeler ve biyolojik aktiviteleri olan çeşitli
gen ürünleri yayarlar. Son yıllarda endotelyal yanıtın moleküler regülasyonu
yoğun olarak çalışılmaktadır.
Vasküler düz kas hücrelerinin normal ve farmokolojik
uyaranlar ile vasokonstrüksiyon, vasodilatasyona sebep olmalarının yanı sıra ;
klolagejen elastin, proteoglikan sentezi, growtht faktör ve sitokinilerin
yayılması., intimaya migrasyon ve proliferasyon gibi bir çok fonksiyonu vardır.
Vaskülermedia tabakasının hücresel elementleri olarak düz kas hücreleri sadece
damar vasküler onarımında değil, atheroskleroz gibi patolojik durumlarda da
önemli hücrelerdir. Dinlenme fazında vasküler düz kas hücreleri fibroblastlara
benzeyan tek ve uzamış nükleusu olan spinle şekillli hücrelerdir. Düz kas
hücrelerinin ontraktil fonksiyonu aktin ve myosin içeren sitoplazmik
flamentleri ile aracılığıyla olur. Düz kas hücrelerinin migratuar ve
poliferatif aktivitesi fizyolojik olarak büyümeyi destekleyici ve inhibe
ediciler ile düzenlenir.
Düz kas hücrelerinin büyümesini destekleyici faktörler;
platelet, endotel hücreleri ve makrofajlardan sağlanan PDGF, bFGE, IL-1 iken;
heparal sülfat, nitrik oksid/ endotel kaynaklı relaksing faktör (NO/EDRF),
interferon γ, TGF-β düz kas hücrelerinin büyümesini inhibe ederler.
İNTİMAL KALINLAŞMA,
VASKÜLER HASARA YANIT
Vasküler hasar inhibisyon ile stimülasyon arasındaki
fizyolojik dengeyi bozarak düz kas hücrelerinin büyümesini uyarır. Endotel
içeren hasarlanmış vasküler duvarın rekontrüksiyonu; fizyolojik iyileşme yanıtı
ile yeni intimanın oluşmasıdır.
Düz kas hücrelerinin mediadan intimaya göç etmesi
Gçö sonrasında intimal hücrelerin artışı
Ekstrasellüler matriksin yapımı ve depolanması
Endotel hücrelerinin belirgin olarak dökülmediği sadece
fokal endotel kaybı olan hasarlanmalar sıklıkla komü endotel hücrelerinin
migrasyonu ve proliferasyonu ile onarılır. Düz kas hücrelerine dek olan daha
yaygın ve kronik hasar daha konpleks iyileşme ile sonuçlanmaktadır. İyileşme
yanıtında düz kas hücreleri dedifferasyona benzer değişiklikler gösterir.
Mediadan intimaya göç eden düz kas hücreleri kontraksiyon kapasitesini
kaybeder, bölünme yeteneği kazanırlar. Ekstrasellüler matriks moleküllerinin
sentezi artar. Kontraktil tipte proliferatif fenotipe kayış olur. Yaoısal
olarak kalınlıkta azalma, myozin içeren flamentler ve düz ER, golgi cisimciği
gibi protein sentezi ile ilgili organellerin sayısı artar. Normal arteriyel
duvarda düz kas hücreleri seyrek olarak bölünüyor iken; eksperimental arteriyel
hasardan sonra 48 saat içerisinde yaklaşık hücrelerin %15-40’ı mitoza gider.
Akut ve kronik uyaran durduktan sonra ya da endotel tabakası yeniden oluştuktan
sonra intimal düz kas hücreleri nonproliferatif duruma dönebilir. Abartılı
iyileşme vasküler graft veya küçük orta çaplı kan damarlarının stenozis veya
oklüzyonuna sebeb olan intimal kalınlaşmaya neden olur. Bu tip seneryolar çok
iyi bilinen multifaktöriyel olarak arterosklerosiz, baskın olarak mekanik olan
anjioplasti sonrasında restenozis gibi bazı önemli hastalıkların gelişimine
katkıda bulunur.
ATHEROSKLEROZİS
Artelerin kalınlaşması anlamına gelen atherosklerozis
arteriyel duvarın kalınlaşması ve elastikiyetini 3 hastalık paterni için
kullanılan genel bir terimdir.
Dominant pattern atherosiklerozisdir. İntimada yerleşen
ortası lipidden zengin plaklar izlenir.
Mönkeberg’in medial kalsifik sklerozunun klinik önemi daha
azdır. Lezyonlar 50 yaşın üzerinde kişilerde, orta çaplı müsküler arterlerde kalsiyum
birikimi ile karakterizedir. Bazan ossifikasyona gidebilirler. Kalsifikasyonlar
düzensiz media tabakası ya da ayrı bir transvers halka oluştururlar.
Radyografik olarak kolaylıkla görülebilirler. Bu medial lezyonlar damar
lümenini aşamalı olarak etkileyen arterlerde atherosklerozis gelişebilir.
Küçük arter ve arteriollerin hastalığı arteriolosklerozis
üçüncü bir patterdir. Damar duvarında kalınlaşma ile lüminal daralmaya sebeb
olarak akımın yavaşlamasına ve iskemik hasara neden olan hyalen ve hiperplastik
olmak üzere iki farklı anatomik varyantı vardır. Arteriolosklerozis en sıklıkla
hipertansiyon ve diabetde izlenir.
Klinik Önemi
Atherosiklerozis, intimada yerleşen ve lümene doğru çıkıntı
oluşturan atherom ya da yağlı fibröz plak olarak adlandırılan intimal lezyonlar
ile karakterizedir. Media tabakasında zayıflığa ve bir seri konplikasyona neden
olur. Atherosklerozis major konplikasyonları iskemik kalp hastalıkları,
miyokard infarktüsü, beyin infarktüsü (inme), ekstremitelerde gangren gelişimi
ile batılı toplumlarda tüm ölümlerin yaklaşık yarısından daha fazlasından
sorumludur. Bu nedenle en önemli mortalite ve ciddi morbidite nedenidir. Dünya
çapında dağılımı ekonomik olarak gelişmiş toplumlarada epidemik oranlara
ulaşmıştır. Atherosklerozis ilişkili hastalıkların sağlığa etkilerinin devam
etmesine rağmen son yıllarda belirgin ilerleme kaydedilmiştir. Hastalığın pik
yaptığı 1963 yılı ile 1995 yılı arasında iskemik kalp hastalıklarından ölüm %50
oranında, inme nedeniyle ölümler %70 oranında azalmıştır. Mortalitede azalma
ile ortalama yaşam süresinde ABD’de 5 yıllık artış gözlenmiştir. Bunun
temelinde; (1) sigara içimi, kolesterol ve sature hayvansal yağların
tüketiminde azalma gibi beslenme alışkanlıklarında değişikliklerin olması (3)
atherosiklerozis ilişkili klinik bulguları ciddi olan hastalarda tekrarların
önlenmesi etkili olmuştur.
Atherosklerozis esas olarak aorta, iliak, karotid arterler
gibi elastik arterleri etkileyen intimal düz kas hücrelerinin proliferasyonu ve
lipid birikimi ile karakterize hastalıktır. Bu hastalıklar sıklıkla çocukluk
yaşlarında başlar ancak senptomlar orta yaşa veya sonrasına dek ya da organ
hasarı ortaya çıkıncaya dek görülmez. Vücutta her organ etkilenebildiği halde
semptomatik atherosiklerozis hastalık en sık olarak kalp, beyin, böbrekler, alt
ekstremite ve ince bağırsakda izlenir. Myokard infarktüsü, beyin infarktüsü
(inme) ve aort anevrizması hastalığın major bulgularıdır. Böylece iskemik kalp
hastalıklarının sayısı ya da insidansı büyük oranda atherosklerozis için epidemiyolojik
verileri yansıtır. Atheroskleroz arteryal perfüzyonun akut ya da kronik
azalması ile bacaklarda gangren, mezenterik oklüzyon, ani kardiyak ölüm, kronik
iskemik kalp hastalığı ve iskemik ensefalopati gelişimine de neden olur.
Atheromlar başlangıçta fokal ve dağınık olarak yerleşmiş iken, hastalığın
ilerlemesi ile sayıları artar ve şiddetli etkilene damarlarda bazen tüm duvarı
çepeçevre sarar. Daha sonra küçük arterlerde aterom daralmaya sebeb olarak
distalinde kan akımının bozulması ile iskemik hasar yol açar. Plakların
yırtılması sonucunda trömbüs oluşumu kolaylaşır ve buna bağlı olarak kan akımı
durabilir. Büyük arterlerde lezyonlar yıkıcı olup media tabakasına doğru
ilerler. Bu nedenle etkilenen damarda anevrizma, trombüs ve rüptüre sebeb olabilecek
damar duvar zayıflıkları gelişir. Geniş atherom asendan ve desendan aortadan
distal dolaşıma embolilere neden olur.
Çok sayıda hipotez olmakla birlikte neden bazı kişilerin
vasküler lezyonlarının daha erken gelişimini tam olarak açıklayan teori mevcut değildir.
Diğer bir soru da neden lezyonların bazı anatomik bölgellerde daha sık olarak
izlendiğidir.
Hem genetik hem de hemodinamik faktörler bazı değişiklikler
ile atherosklerotik plakların gelişmesinde etkili olmaktadır.
Görünüm: Atherosklerozda karakteristik atherom plağını
oluşturan lipid birikimi ve intimada kalınlaşma olur. İlk olarak erişkinlerde
arteriyel kalınlaşmanın asıl sebebi olarak tanımlanan atherom plağın olası
prekürsörleri çocuklarda izlenen yağlı çizgilenmelerdir.
Atherom plağı: temel lezyon intimada başlıca kolesterol
esterlerinden oluşan lipid kor ve onu çevreleyen fibröz kepten oluşur. Fibröz,
yağlı fibröz, lipid, fibrolipid plak olarak da adlandırılan ve renkleri
sarı-beyaz olan atherom plakları damar lümenini etkiler. Çapları 0,3 cm ile 1,5
cm arasında değişir. Ancak bazen bir kaçı birleşerek daha büyük kitleler
oluşturabilir. Kesit yüzünde lüminal yüzeylerde en üst kısmı sert ve beyaz
renkte (fibröz kep), derin kısımları yumuşak ve sarı ya da sarımsı renktedir.
Büyük plakların ortası pıhtılaşmış madde kıvamında debri içerebildiği için
yunanca bulamaç anlamına gelen atherom terimi kullanılır.
Atherosiklerotik plakların dağılımı karakteristiktir.
Abdominal aorta torasik aortadan daha sık olarak tutulur. Aortik lezyonlar
önzellikle aortanın majör dallarının ayrılma dallarında izlenir. Alt abdominal
aortadan sonra en sık olarak sırasıyla koroner arterler, popliteal arterler,
inen torasik aorta, internal karotid arterler, Willis poligonunun arterleri
tutulur. Üst ekstremite damarları ve mesenterik ve renal arterler de
başlangıçları dışında genellikle korunur. Bir arterde izlenen arteriosklerozon
şiddetei diğer arterlerdeki lezyonun şiddetini göstermez. Damarların
atherosiklerotik lezyonlarla tutulumu genellikle çepeçevre, arteryal duvarın kısmen
(eksentirik lezyon), yama tarzındave tüm duvar boyunca değişen oranda
olabilmektedir. Arteriosklerotik plakların üç temel kısmı bulunur; (1) düz kas
hücreleri, makrofaj ve diğer lökositlerden oluşan hücresel topluluklar; (2)
kollagen, elastik lifler ve proglikanlardan oluşan konnektif doku
ekstrasellüler matriks, (3) intrasellüler ve ekstrasellüler lipid birikimi.
Bu üç komponent farklı lokalizasyonlarda değişik oranlarda
görülmesi sebebi ile lezyonlar da bir spektrum içerisinde değişkenlik
gösterirler. Tipik olarak fibröz kep düz kas hücreleri, az sayıda lökosit ve
nisbeten yoğun olan konnektif dokudan oluşur. Fibröz kep içerisinde makrofaj
düz kas hücreleri, T lenfositler ve daha derinde lipit materyalin dağınık ve
düzensiz birikimi, kolesterol klefti, sellüler debri, lipit yüklü makrofajlar,
fibrin, değişik aşamalarda trömbüs organizasyonu ve diğer plazma proteinlerini
de içersinde bulunan nekrotik kor bulunur. Köpüksü hücreler kan monositlerinden
köken alır. Düz kas hücreleri de lipidleri içlerine alarak sonuçta köpük
hücerlerine dönüşebilirler. Lezyonun periferinde küçük damarların
proliferasyonu (neovaskülarizasyon) izler. Erişkinlşerde en sık olarak izlenen
ve atherosklerosiz olarak kabul edilmeyen damarsal değişiklikler koroner
arterlerin intimasının diffüz ve yaklaşık media tabakası kadar lipit içermeyen
kalınlaşmasıdır. Bu değişiklikler kan damarlarının hemodinamik uyaranlara
yanıtı olarak izlenir.
Plakların düz kas hücrelerinin ve makrofajların sayısına;
kollagen, lipid miktarı ve dağılımına bağlı olarak farklı histolojik
görünümleri olabilir. Tipik atherom nispeten bol lipid içerir. Yine de bir çoğu
çok sayıda düz kas hücresi içerdiğinden fibröz plak olarak da adlandırılır. İleri
atherosklerozde yağlı aatherom fibröz skara dönüşebilir. Atherosklerozisin
konplike lezyonları klinik olarak çok önemli değişikliklere neden olurlar.
Komplikasyonları
Atherom plağı ilerlemiş hastalıkta hemen daima yanma
tarzında veya masif kalsifikasyona gider. Arterler boru sistemi haline
dönüşebilirler. Aorta yumurta kabuğu görünümünde ve kırılgan, narin yapılara
dönüşür. Kalsiyum birikimi koroner hastalıkların riskini artırır. Bilgisayarlı
tomografi, intravasküler ultrasound gibi yeni ve invaziv olmayan metodlar ile
kalsifik lezyonlar akut olarak tanınabilmektedir.
Atherom plağın yüzeyinde fokal reptür ve ülserasyon ya da
her ikisi birlikte gelişebilir. Sonuçta yüksek trombojenik maddeler ile karşı
kkarşıya gelindiğinde trombüs oluşur. Bazen debriler kan dolaşımına geçer ve
mikroembolilere neden olurlar ( kolesterol emboli, atherom emboli).
Plak içerisinde kanama olabilir. Özellikle koroner
arterlerde hem fibröz plak hem de plağın vasküler ince duvarlı kapillerin
reptürü ile hemoraji gelişir. Hematom plak reptürüne sebeb olabilir.
Trombozis en korkulan komplikasyondur. Genellikle reptür,
ülserasyon, erozyon ya da hemoraji gelişen plaklarda izlenir. Trombüs parsiyel
ya da konplet olarak lümeni tıkar. Trombüsler organizasyonları sonucunda
intimal plak ile birleşirler.
Atherosklerozis başlangıçta intimal bir hastalık iken şiddetli
etkilenen vakalarda özellikle büyük damarlarda elastik dokunun kaybedilmesi ile
atrofi gelişir. Bunun sonucunda damarlarda kalıcı anevrizmal dilatasyon
izlenir.
Yağlı Çizgilenme: damarların lümeninde belirgin bir
daralmaya neden olmadığı için kan akımını bozmaz. Atherom plakların öncül
lezyonlarıdır. Çizgilenmeler çok sayıda, 1 cm’den uzun, 1 mm’den ince, basık,
sarı renkli lekeler şeklinde izlenirler. Yağlı çizgilenme alanında makroskopik
olarak lipid yüklü köpüksü hücreler, T lenfositler ve plaklara oranla daha az
oranda ekstrasellüler lipid birikimi gözlenir.
Yağlı çizgilenmeler bazı çocuklarda 1 yaşın altında
izlenirken; 10 yaşın üzerinde ırk, cinsiyet, bölge etkilemeksizin tüm
çocuklarda izlenmektedir. Koroner arterlerin yağlı çizgilenmesi aortaya oranla
daha az sıklıkla olmakla birlikte adölesan dönemde oluşmaya başlamaktadır.
Atherosklerotik plakların sayısı arttıkça yağlı çizgilenmelerin sayısı
azalmaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder