Kitap Özeti: Biyoloji Budur

 


"Biyoloji Budur" Ernst Mayr’ın Canlı Dünyanın Bilimi başlığını taşıyan kitabıdır. 
Çoğu bilim adamının eserlerinde karşımıza çıkan yazım sanatına uzaklık ve bilimsel makale tadı veya tatsızlığı bu kitapta da mevcut. Belki de zorunluluklar nedeniyle daha çok kendine özgü teknik bir metin. Epeyce bir alt yapı gerektiriyor ve okurken sıkılabilirsiniz ancak 20. yüzyılın önemli evrimsel biyologlarından biri olarak nitelenen Mayr'ın eseri dolu ve okunması gereken bir kitap. 

Mayr’ın önsözden itibaren dayanmaya başladığı genel doğrulardan ilki biyolojini büyük ölçüde matematiğe dayanan “kesin bilim” olmadığıdır. Bir diğer ve belki de tali iddialardan sayılabilecek argüman ise “aşırı uzmanlaşma” ve neredeyse alametifarikaya dönüşen biyologların evrimsel biyoloji sahasındaki bilgi ve bilinç eksikliği.

Newton Öldü mü?


Descartes ile başlayan düşünce devrimi, animizm gibi esasında yaşam bilimlerini zehirleyen antik inanışları tasfiye etmiştir ancak asıl kırılma Newton’un doğa bilimlerinde matematiği kullanmaya başlaması ile yaşandı; Havaya fırlatılan bir taş ile uydumuz ayın aynı matematiksel eşitliklere tabi olduğunun ortaya çıkması o dönemde insan aklı için milat niteliğindeydi.

Her büyük atılım gibi Newton mekaniğinin de bir süre sonra kendi duvarlarını örmesi mukadderdi. Bütünün parçalara bölünerek açıklanabileceği savı Newton için yeni değildi ancak doğanın bu garip iddiaya bu derece sadık kalacağını sanırım kimseler ummamış olacak ki en azından bir kısım çevrelerce nasıl aşılabileceğine dair esaslı bir yol araştırması halen devam etmektedir.

Biyoloji Nedir?

Mayr’dan alıntı yaparak devam edelim; “Biyoloji populasyon düşüncesi, olasılık, rastlantı, çoğulculuk, ortaya çıkma ve tarihsel anlatıları içerir”

I. Bölüm
“Yaşamın" Anlamı Nedir?


İlkeller canlılar ile cansızlar arasında kesin bir ayrım yapamaz. Onlara göre canlı veya cansız her türlü varlık bir şeye (bugün anlayabileceğimiz anlamı ile ruh) sahiptir ve o şey ölüm anında o varlığı terk eder. Animistik görüş olarak adlandırılan bu inanç bir biçimi ile eski Yunanda da devam etmiş ve insan ruhu “nefes” olarak isimlendirilmiştir. “Modern Ruh” kavramının ise özellikle Hristiyanlık tarafından üretildiği iddia edilmektedir.

Descartes ile birlikte sadece insanların ruha sahip olabileceği görüşü ağırlık kazandı. Üstelik insan ruhu insan bedeninden ayrı ve müstakil bir varlık olarak (ikici) kabul edilmiştir.
İkici görüşe göre;
1- İnsanın ruhu vardır.
2-Ruh bedenden ayrı bir varlıktır.
Bu kabule göre de beden fani ruh ise ölümsüzdür.

Darwin’e kadar ölüm için bilimsel ya da akılcı bir çözüm bulunamamıştır. Oysa değişen çevre şartlarına uyum sağlayabilen yeni nesillerin üretilebilmesi ve dolayısı ile populasyonun devamı ancak ölüm ile sağlanabilir. Felsefecilerin konuya yaklaşımı genellikle “ölümün karşıtı olarak yaşam” biçimindedir. Biyologlar ise yaşama, özel bir dizi canlılık etkinliği penceresinden bakmaktadırlar.

Yaşamın ne olduğu on altıncı yüzyıldan beri ateşli tartışmalara sahne olmuştur:

Fizikselciler

Ortaçağın sonu ile Rönesansın başlarında gerçekleşen teknolojik gelişmeler nedeniyle saatlere, kendiliğinden çalışan şeylere ve makinelere karşı büyülenmiş gibi derin bir ilgi başlamıştır. Bu hayranlık Descartes'in insanlar dışındaki tüm organizmaların makinelerden başka bir şey olmadığı savıyla en uç noktaya ulaşıyordu.

Makine olarak organizma kavramının niçin böyle oldukça uzun süre rağbet gördüğünü anlam güçtür. Bir organizma ile bir makine arasındaki benzerlik son derece yüzeyseldir. Örneğin, iki hücreli evrede hücreleri ayrıştırılan embriyodan iki yarım değil iki tam canlının gelişmesi mekanikçi yaklaşıma uygun değildir.

Dirimselciler
Descartes'in canlılıkla ilgili makine kuramına karşı (metafizik veya dinbilimsel değil) bilimsel kanıtlar geliştirmeye giriştiler. Bu gereksinim, biyolojide dirimselci ekolü doğurdu.
Dirimselciler yaşamın kimyasının ve onu mümkün kılan fiziksel güçlerinin sadece yaşama özgü olduğunu savunmuşlardır. Yaşamsal güç, termal enerji gibi görünmez ancak akışabilen bir şeye temellendirilmiştir. Dirimselciler Darwin'in doğal seçilim fikrine de şiddetle karşı çıkmışlardır.
"Görünüşe göre, cansız doğada bulunmayan özel yasaların canlılarda işliyor olabileceğini ileri süren ilk kişi Niels Bohr'du. Bohr bu yasaların canlılara özgü olmaları sayılmazsa, fiziğin yasalarının benzeri olduğunu düşündü. E Schrödinger ve başka fizikçiler de benzer düşünmüşlerdir" !

Bilimsel gerekçelerle dirimselci görüşün terkedilmesinden sonra protoplazma (özel bir cevher) kavramı da yerini sitoplazma (hücre plazması) sözcüğüne bırakmıştır.

Organikçiler

1920'lere gelindiğinde salt matematiksel veya salt fiziksel izah çabalarının da sonuna gelindi.
Organikçiler, canlı organizmaların kendilerine has özelliklerinin onların fiziksel, kimyasal yapı taşlarından çok bu yapı taşlarının özel biçimde organize olmaları ile alakalı olduğu görüşünü ortaya koymuşlardır. Organikçilere göre bütün parçaların toplamından daha fazla bir şeydir.
Buradaki indirgenmezlik tek tek oluşmanın anlamsız olduğu şeklinde değil tek tek parçaların (parçalarında esasında bütün olduğu dikkate alınmalıdır) bütünü temsil edemeyeceği biçiminde anlaşılmalıdır.

Bu tartışma esasen neyi anlatmak istemektedir?
Bir metafor üzerinden gidelim;
Halk nedir?
Bir aile, bir oymak bütün bir halkı temsil edebilir mi?
Esasında soruların cevabı açık; halk basit bir topluluk olmaktan daha fazla bir şeydir.
Gelenekleri, dinamikleri ve yaşayan bir anlaşma aygıtı (dil) olmaksızın "halk" kavramı açıklanamaz.
Canlı populasyonları da tek tek bireylerin toplamından daha fazla bir şeydir.
Not: Populasyonların tarihsel mirası sahip oldukları gen havuzlarıdır.

Dirimselciler

Descartes'in canlılarla ilgili makine kuramına karşı (metafizik veya dinsel esaslı olmadığının altını çizmek gerekir) bilimsel kanıt arayışına girişmişlerdir.
Bir kısım dirimselci hücre zarının içini dolduran peltemsi yapıyı "protoplazma" olarak adlandırmış ve bunun maddenin bilinen (katı, sıvı, gaz) halleri dışında yeni bir hali olduğunu iddia etmişlerdir. Başka bir dirimselci grup fizikçiler tarafından ortaya konulan temel doğa kuvvetleri (gravitasyon, elektromanyetizma, nükleer kuvvetler) dışında elan vital olarak adlandırdıkları farklı bir canlı kuvvetin olduğu görüşünü ileri sürmüştür.

Ön Oluşum (preformasyon) Sıralı Oluşum (epigenez) Tartışması:
Ön oluşumu savunanalar, yetişkin vücudunun uzuvlarının gelişiminin en başından daha küçük biçimde var olduğunu kabul ediyordu. Sıralı oluşumu savunanlar ise, yetişkin uzuvlarının başlangıçta var olmadığını, bunların gelişim sürecinin ürünü olarak ortaya çıktığını ileri sürüyordu.

Gerek preformasyon gerekse epigenez görüşü elan vital bir kuvvet etrafında gelişmiştir. Dirimselci görüşün zayıf yönleri ve çelişkileri dikkate alınır ise bu kadar yaygınlaşması ve uzun süre kalıcı olması şaşırtıcıdır. Üstelik teolojik eğilimleri nedeniyle dirimselciler, Darwin'in doğal seçilim fikrine şiddetle karşı çıkmışalardır.

Dirimselci görüş, sınama yöntemlerinden yoksun olması nedeniyle dogmatiktir. Kolloidler üzerinde yapılan kimyasal araştırmalarla "protoplazmanın" özel anlamlar yüklenebilecek bir yapı olmadığı ortaya konulmuştur. Günümüzde bu kavram, yerini sitoplazma kavramına bırakmış ve biyoloji literatüründe çıkarılmıştır.

Bütüncü (holistic) Organikçiler
Dirimselci görüşün tamamıyla çöküşü (1920'ler) yeni bir açıklama gereksinimini ortaya çıkarmıştır.



Günümüzde organikçiler deyiminden "bütüncü organikçiler" anlaşılmaktadır. Organikçiler indirgemeci yaklaşımın organizmanın daha üst düzeylerindeki organizasyonlarıyla ortaya çıkan özelliklerini açıklayamadığını açık bir şekilde göstermişlerdir.
Örneğin, düşünür Ernest Nagel (1961) biyolojide, "halihazırda fizikokimyasal açıklamaların hiç rol oynamadığı çok sayıda çalışma alanı bulunmakta ve fizikokimyasal niteliği olmayan, önde gelen bir çok biyoloji kuramından (çezbetme, avlanma vb) başarıyla faydalanmakta olduğunu" kabul etmektedir.
Not: Burada kastedilen içgüdüsel ve psikolojik etkenlerdir.

Bütüncülük indirgemeyi reddettiği için "canlı organizmaları makinenin pistonları gibi yerinden sökülebilen ve söküldükleri sistem göz önünde bulundurulmadan tanımlanabilen çok sayıda tek parçadan (fizikokimyasal birim) ibaret makineler olarak ele alınamazlar." görüşünü savunur.
Parçalar arasındaki özgün etkileşimler nedeniyle tek tek parçaların açıklanışı, sistemin bir bütün olarak taşıdığı özellikleri ifade etmez. Sistemin tümünü kontrol eden etmen, bu parçaların organizasyonudur.


Ortaya Çıkma
Modern biyolojideki açıklayıcı çerçeveye iki önemli kavramın katılması ile (genetik miras ve bütüncülük) yeni ve daha kapsayıcı bir pencere (ortaya çıkma) elde edilmiş oldu.



Ortaya çıkma kavramı, ilk olarak Lloyd Morgan'ın ortaya çıkan evrim (emergent evolution) üzerine kitabıyla (1923) duyuldu. Bununla birlikte, ortaya çıkan evrimi benimseyen Darwincilerin bu konuda bazı kuşkuları vardı, çünkü bu kavramın türlerin uzun jeolojik zaman dönemleri boyunca yavaş ve sürekli olarak evrildiği düşüncesine aykırı olmasından korkuyorlardı. Gerçekten de ortaya çıkan evrimi ilk savunanlann bir kısmı, özellikle Mendelcilik döneminde, ayni zamanda sıçramalı evrimi de (saltationism) savunuyordu; yani evrimin süreksiz, büyük atlamalar ya da sıçrayışlar şeklinde ilerlediğine inanıyorlardı. Günümüzde bu kuşkular ortadan kalkmıştır, çünkü artık evrim biriminin gen ya da bireyler değil, popülasyon (ya da tür) olduğu anlaşılmış bulunuyor.

Genotik-Fenotip İkiliği
Yaşamın Ayırt Edici Özellikleri
Günümüzde ister pratiğin içindeki biyologlara ister bilim felsefecilerine danışılsın, canlı organizmaların doğası üzerinde bir uzlaşma olduğu görülmektedir. Canlı organizmaların moleküler düzeyde tüm -hücresel düzeyde ise çoğu- işlevleri fizik ve kimya yasalarına uymaktadır. Geriye bağımsız dirimselci ilkeleri gerektirecek bir araştırma nesnesi kalmamaktadır. Bununla birlikte, organizmalar cansız maddeden temelde farklıdırlar. Organizmalar cansız maddede hiç bulunmayan, ortaya çıkan pek çok özellikle hiyerarşik şekilde düzenlenmiş sistemlerdir ve en önemlisi ise, bu sistemlerin etkinlikleri yine cansız doğada söz konusu olmayan, tarihsel olarak kazanılmış bilgiyi içeren genetik programlar tarafından yönetilmektedir. Sonuç olarak, canlı organizmalar olağanüstü bir ikiliği (dualism) temsil etmektedir. Bu, kısmen fiziksel olanla kısmen fizikötesine ait olan arasındaki ikiliği yansıtan, beden ve ruh ya da beden ve aklın ikiliği değildir. Modern biyolojinin ikiliği, tutarlı bir şekilde fizokokimyasaldır ve organizmaların hem genotipe hem de fenotipe sahip olmaları gerçeğinden kaynaklanır. Nükleik asitlerden ibaret olan genotipi anlayabilmek için evrimsel açıklamalara gereksinim vardır. Genotip tarafından sağlanan bilgiyi temel alarak yapılanan ve proteinler, lipidler ve diğer makromoleküllerden oluşan fenotipi anlamak için doğrudan işlevsel açıklamalar gerekmektedir. Cansız dünyada benzer bir ikilik bilinmemektedir. Genotipi ve fenotipi açıklayabilmek için farklı türde kuramlara gereksinim vardır.

II: BÖLÜM

BİLİM NEDİR?


T. H. Huxley bilimi, “eğitilmiş ve örgütlenmiş sağ duyudan başka bir şey değildir şeklinde tanımlıyordu. Ne yazık ki bu doğru değildir. Sağduyu genellikle yanılır (örneğin, dünyanın düz olduğunu düşünürüz.) Bilimin sağduyu ile olan ilişkisi iki yönlü olarak tariflenebilir; ya doğrular veya çürütür.
Diğer yandan veri toplam ve bilgi biriktirme etkinliği tümevarımın bilimsel yöntem olarak kabul gördüğü Bilimsel Devrimin ilk zamanlarından kalmadır. Charles Darwin 1861’de, “Bir işe yaraması için tüm gözlemlerin bir görüşün yanında veya karşısında olma zorunluluğu ne kadar da tuhaf” demiştir.
Bilgi sözcüğü yerine bir bilginin yorumlarını da ihtiva eden anlama sözcüğünün kullanılması daha isabetli olacaktır. Bilimin amacı doğa anlayışımızı geliştirmektir. Daha ileri gidilerek bilimin amacı anlamak, tahmin yürütmek ve test etmektir diyenler de olmuştur.
Bilimn tanımlanmasındaki zorluklardan birisi de doğa anlayışının yüzyıllar içerisinde değişmiş veya değişiyor olmasıdır. Bugün katı ve belirlenimci bir doğadan hızla olasılıkçı bir doğaya evrilen bakış açısı söz konusudur.
Olasılıkçı bir doğada biyolojinin, rekabet, soy ağacı, yaşam alanı, özgecilik (altruism) gibi kavramları yeniden önem kazanmaktadır. Ne yazık ki örneğin Darwin’e “doğal seçilim” nedeniyle Nobel Ödülü verilmediğini biliyoruz.

Modern Bilim

Modern bilim, Copernicus, Galileo, Kepler, Newton, Descartes ve Leibniz ile özdeşleşen atılımla başlamıştır. Bu ilk öncülerin anlayışlarına göre mekanik örnek bilimdi. Sırtını matematik, mekanik ve astronomi gibi alanlara yaslayan bu anlayış skolastik düşünceye karşı kesin bir zafer elde etti. Bir başka deyiş ile yerleşik ve kurumsallaşmış bir kabul ile (skolastik kabul) mücadele edebilmek için sonuçlarının tartışılması olanaksız olan ve dolayısı ile “ustura” deyimini hakeden bu gibi aygıtlara gereksinim vardı.

Bir diğer yandan mekanikçi reçeteler yaşam için pek az değer ifade ediyordu. Mekanikçiler yaşam için ne geriye ne de ileriye doğru herhangi bir tahminde bulunamamaktaydılar.

Mekanikçiler, bilgi ve kanaat elde etmek için neredeyse yegane yol olarak deneyi görmüştür oysa insan bilgisi temel olarak betimlemeci gözleme dayalıdır. Laboratuvar deneylerinin olanaksız olduğu durumlarda (buzul çağları örneğinde olduğu gibi) doğal deneylerin sonuçlarını izlemek, eleştirel gözle sonuçlar çıkarmak legal olduğu gibi, bilime emsalsiz katkılar sağlamaktadır.



Ondokuzuncu ve yirminci yüzyıla kadar biyolojinin tıbbın alanı olduğu kabul edilmiştir.

Biyoloji Bağımsız Bir Bilim midir?


Yirminci yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, biyolojinin diğer bilimler arasındaki yeri konusunda üç farklı görüş bulunuyordu:
1- Biyoloji tümüyle bilim dışında tutulmalıdır.
2- Biyoloji tümüyle bilimin içindedir ve Fizik ile eşdeğerdir.
3- Biyoloji yerel bilimdir veya evrensel olmadığı için yerel statüsünde olmalıdır.

Biyoloji için yerel nitelemesinin yapılmasında; bildiğimiz kadarıyla sadece yerküreye özgü olması ve evren tarihinin ancak kısıtlı bir bölümünde ortaya çıkmış olması gibi etkenler söz konusudur. Fizik yasaları içinse zaman ve mekan sınırlaması yoktur ve biyolojinin fiziğe indirgenme çabası sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
Bilim olup olmadığı meselesi evhamdan ibaret olsa da biyoloji, fizik ve kimya benzeri bir bilim olmadığı açıktır.

III. BÖLÜM

Bilim Doğal Dünyayı Nasıl Açıklar?


Doğal dünyayı açıklama gayretinde ilk başvurulan fail doğaüstü güçler olmuştur. Yunanlılar farklı bir yaklaşım sergileyerek doğayı doğal güçlerle açıklamaya çalıştılar. Bilim ise bu ikisinin dışında üçüncü bir yol izlemiştir. Modern bilim, diğer ikisinden farklı olarak yargılarını kanıta dayandırmak mecburiyetindedir.

Mayr, modern bilimin temel kuramlarına (teorilere) yönelen gereksiz şüphecilik, açık arama, şöhret merakıyla saldırma vb tutumları eleştirerek çok uzun zamandan beri süren bu tutumun esasında hiç bir sonuç vermediğini vurgulamaktadır. Bunun yerine, bilimin izlediği yöntemlerin layık oldukları makamlara yerleştirme çabasının artırılmasını öneriyor.

Bilim Felsefesi


Bilgi kuramı Bilimsel Devrim ile ortaya çıkan ve önem kazanan bir alan oldu. Burada yumurta tavuk meselesinden dahi söz edilemez. Denilebilir ki “bilgi kuramı” Bilim Devriminin çocuğudur.

Bilimsel Devrimin ilk dönemlerinde ortaya çıkan Descartesci geometri be Baconcu tümevarımın eleştirisi sadece felsefeciler veya düşünürler tarafından değil örneğin Darwin tarafından da yapılmıştır. Liebig’in keskin eleştirisi ise “salt tümevarımla yeni kuramlar üretilemez” salt tümevarımın saltanatına son verilmiştir. Mayr, “pul koleksiyoncusu” türünden alçaltıcı ibareleri bir yana koyarak veri toplama süreçlerinin önemsiz olduğunu iddia etmenin yanlış olduğuna da vurgu yapıyor.

Doğrulama ve yanlışlıma


20. yüzyılda egemen olan felsefe, mantıksal deneyciliktir. Poper tarafından ortaya konulan yanlışlanabiliİrlik ilkesi (kuramın kendi içerisinde yanlış olduğu kanıtlanabilen eşitlikler de üretebiliyor olması örneğin: 2+2=5) ne yazık ki biyoloji için uygun değildi.

Modern bilim felsefesi büyük oranda bilimsel açıklamanın bilimsel yasalarla uyumlu ve onlardan çıkarsanabilir olmaları ilkesi üzerine kurulmaya çalışılsa da bu işin atölyesinin nasıl yapılacağı yani hangi yol veya metotların izleneceği konusunda nihai bir fikir birliğine varılamamıştır.

Keşif ve Doğrulama

Bilimin iki aşamalı olduğu hususunda geniş mutabakat vardır:
1- Bilinen kuramlar ile uyuşmayan olguların keşfedilmesi.
2. Uyumsuzlukların yine kuramsal temelde açıklanması.
Kabul gören bu genel çerçeveye rağmen örneğin sezgilerin süreçteki rolü de göz ardı edilmemelidir.

Pratiğin İçindeki Biyoloji

Bilim felsefecilerinin tarih içerisinde sundukları amiyane tabirle türlü türlü yol ve yöntemlerden hiç birisi biyolojinin herhangi bir kuram üretmesine yardımcı olmamıştır.

Örneğin Poper önceleri suçu biyolojiye yüklemeye çalışmışsa da daha sonra hatalı olanın kendilerinin önerdiği metotlarda olduğunu kabul etmek durumunda kalmıştır.

Mayr, biyologların kendi sahalarına özgü pratikleri izlediklerini ve felsefecilere çok da kulak asmadıklarını ima ediyor. Benzeri bir durum tıp için de söz konusudur.

Açıklamanın beş aşaması

Rastlantı, çoğulculuk, tarih ve biricikliğin oldukça önemli rol oynadığı biyolojide katı ilkeler yerine esnek bir kuram oluşturma ve sınama sistemi daha uygun görünmektedir. Böyle bir sistemi beş madde ile açıklayabiliriz.

1- Bilim insanları bozulmamış doğada ya da bazıları mevcut kuramlarla açıklanamayan veya genel kabullere çelişen özgün gözlemler yapar. 2- Bu gözlemler bilim insanı “Nasıl” ve “Niçin?” sorularını sormaya iter. 3- Bu soruları yanıtlamak için, araştırmacı deneme niteliğinde bir tahminde bulunur ya da bir çalışma hipotezi ortaya atar. 4- Bu tahminin doğru olup olmadığını belirlemek için onu zorlu sınamalardan geçirir. Bu sınamalar tahminin geçerli olma olasılığını ya güçlendirir ya da zayıflatır. 5- Sonuçta kabul edilen açıklama, sınama sürecinde en fazla başarı gösteren tahmin olacaktır.

Bilim Dili (Dil ile ilgili problemler)

Her bilim dalı kendi terminolojisine sahiptir. Sözcükler nesnelere işaret ettiğinde (kromozom, mitokondri) sorun çıkmaz ancak kapsamı daha esnek olan durum ve süreçler için daha kapsamlı sözcüklerin kullanılmasına (rekabet, evrim) gereksinim duyulur. Bu ikinci türden sözcükler için öznel anlamlar üretilmesi bir bakıma yararlı olacaktır ancak bilim tarihi öznel yorumlar geliştirme çabasına değil bir sürü yanlış anlamaya işaret etmektedir.

Bu türden yanılgılar için Mendel örneğini verebiliriz: heterozigotları yanlış biçimde “melez” olarak adlandırdığı için asıl melezler üzerine akıl yürütmeleri sonuçsuz kalmıştır.


IV BÖLÜM
Biyoloji Canlılar Dünyasını Nasıl Açıklar?


Tarihsel yaklaşım, yasalara-nedenlere dayanan açıklamalardan temelde farklı olduğu için, mantık matematik ya da fiziki bilimlerden gelen klasik bilim felsefecileri bunun hiçbir şekilde kabul edilemez olduğunu düşündüler. Oysa, yakın geçmişteki yazarlar bu dar klasik görüşü güçlü bir şekilde çürüttüler ve sadece tarihsel-anlatı yaklaşımının geçerliliğini göstermekle kalmayıp, aynı zamanda bunun biricik oluşumları açıklamada belki de bilimsel ve felsefi olarak geçerli tek yaklaşım olduğunu gösterdiler.'

Doğası gereği hiç bir tarihsel anlatının doğruluğu kesin olarak ispatlanamaz. Bu anlatıların gözlemlenebilme olanakları da kısıtlıdır ancak her anlatı tekrar tekrar eleştirilmeye ve bir biçimde yanlışlanmaya açıktır.

Biyolojide Nedensellik

Basit etkileşimler arasındaki nedensellik genellikle büyük ölçüde tahmin edilebilirdir. Moleküler veya hücresel düzeyde olayların nedenlerine ulaşmak zor olmasa da daha üst organizasyonlarda nedenlere nadir olarak ulaşılabiliyor. Biyolojide tepki geniş bir etkiler zincirinin sonucu olduğunda neden veya nedenlere ulaşmak imkansızlaşır.

Yakın ve Nihai nedensellikler


Canlı organizmalardaki her olay ya da süreç genellikle genellikle yakın (fizyolojik ya da işlevsel) nedensellikler ve nihai (evrimsel) nedensellikler olarak adlandırılan iki ayrı nedenselliğin sonucudur.

Çoğulculuk

Biyolojik problemlere dikkatle bakıldığında bunların birden fazla nedensel açıklaması olduğu fark edilecektir. Bu türden çoğulculuk esasında herhangi bir sorun yaratmaz ancak nedensel etmenlerin çokluğu belirli bir olgunun asıl nedenini saptamayı imkansız hale getirmese de çok zorlaştırmaktadır. Örneğin belirli bir adada bulunan canlılar adalaşmadan önce alana yerleşmiş olabileceği gibi yüzerek de adaya ulaşmış olabilir. Bunların her ikisi ayrı ayrı mümkün olduğu gibi her ikisi de birlikte mümkün olabilir.

Olasılıkçılık
Günümüz biyolojisinde belirli bir mutasyonun rastgele olduğu söylendiğinde mutasyonun her olasılığa açık olduğu değil organizmanın ihtiyaçları ile ilgili olmadığı anlatılmak istenmektedir.

Kesinlik Arayışı

Bilim insanları artık “mutlak gerçek” konusunda çok ısrarcı değiller. Bir kuram tüm yanlışlama girişimlerinin üstesinden gelip açıklaması gereken her şeyi açıklıyorsa, bilim insanlarını tatmin etmektedir.
Unutulmamalıdır ki uzun yüzyıllar boyunca Newton eşitliklerinin evreni kesin biçimde açıklamak için yeterli olduğuna inanılmıştır.

V. BÖLÜM
Bilim İlerler mi?
Bilim çevrelerinin neredeyse tamamı, kuşaklar boyunca ve yeni açıklamalar eklendikçe insanın doğa kavrayışının ilerlediği kanaatindedir. Bu inanışa göre asla cevaplaymayacağımız sorular “Dünyamız niçin var olmuştur?” bilim başka ve daha genel sorular üretmesine engel değildir. 
Bu genel akıma muhalif bir kesim ise özellikle son dönemde ortaya çıkan “mutlak doğrudan” gerçeğe yaklaşma, varsayılan gerçeğe yaklaşma, metodik ve doğru yaklaşma eğilimlerini işaret ederek bilimin ilerlemediği savını ortaya koymuştur. Onlara göre bilim, boş bir meşguliyettir.  
Biyoloji literatürüne bakıldığında muhalifleri haklı çıkaracak başlıklar bulmak da mümkündür. Rekabet, çeşitlilik, tür gibi konularda henüz kesin bir görüş birliği sağlanamamış olması manidardır. Daha da ileri bir söylemle bilim, cevaplayabileceği soruların sonuna gelmiş bulunmaktadır.
Mayr, bu ve benzeri itirazların bilimin işleyiş biçiminden kaynaklandığını savunmaktadır. Biyolojik problemlerle alakalı biri birinden farklı kuramlar inşa edilebilir ancak bu kuramların tartıştırılmasının yasak olduğu da söylenemez. Tam da, birbiriyle tartışan kuramlar zemininde işleyen bilim ortak bir anlayış üretmek için çabalayarak ilerler.  Hatta ve bu uğurda kuramın temelli olarak reddi de mümkündür. Örneğin 1890’ların sonlarında “nüklei”nin genetik madde olduğuna ilişkin kuram terk edilerek proteinlerin genetik madde olduğu kabul edildi. Ancak ve daha sonra bunun bir geri adım olduğu anlaşılmıştır.
Mayr bu noktadan sonra ve tartışılması gayri mümkün bir örnek vermek amacıyla hücre biyolojisi ile ilgili ilerlemeleri oldukça detaylı biçimde ortaya koymaktadır.

VI. Bölüm: ALINTILAR

Biyoloji sözcüğü ilk olarak Lamarck, Treviratus ve Burdach tarafından literatüre sokulmuştur.
Biyolojinin asıl gelişimi bilimsel devrim nedeniyle değil coğrafi keşifler ve bunun sonucu olarak farklı fauna ve floralarrın keşfi sayesinde olmuştur.
Bugün bildiğimiz anlamda biyoloji embriyoloji, fizyoloji, hücre kuramı ve en nihayetinde filogeni ve evrim görüşlerinin gelişimi (Darwin) ile ortaya çıkmıştır. 

Bilimin iki genel metodu;
1- Tekrarlayan deneyler yaparak genellemelere ulaşmak.
2- Başka başka genellemeler arasındaki ilişkileri ve genel doğa düzenini anlamaya çalışmak.

Biyoloji ilk olarak iki metodik eğilim üzerinde gelişmiştir;
1- Tıbbi başta olmak üzere canlıların genel özelliklerini belirlemeye çalışmak.
2- Belirlenen özelliklere göre canlıları gruplandırmak.

Mayr, bu bölümde sadece deneyselliğe yönelen ve taksonomiyi dışlayan söylemlere yer vermektedir. Bu durumun büyük bir talihsizlik olduğunu belirtmiş ki tamamıyla katılmamak mümkün değil.

VII. Bölüm: BİYOÇEŞİTLİLİK

Sistematik sadece organizmaların tanımlanması ve sınıflandırmasını içermekle kalmaz, aynı zamanda türlerin sahip olduğu tüm özellikler üzerine karşılaştırmalı bir çalışma olmanın yanı sıra, alçak ve yüksek taksonların doğanın ekonomisi ve evrim tarihindeki rollerini yorumlayan bir bilimdir.
Biyolojide Sınıflandırma
Sınıflandırma, araç-gereçleri, ilaçları veya sanat nesnelerini düzene koymak için kullanıldığı gibi, kuramları, kavramları ve düşünceleri düzenlemek için de kullanılır.
Sınıflandırma sürecinin bütün bilim dallarında ne kadar önemli olduğu dikkate alındığında, Whewell’den (1840) sonra gelen bilim felsefecilerinin bu konuyu büyük ölçüde ihmal etmiş olmaları hayret vericidir.
Taksonominin biyolojide gördüğü işlevler:
1-Yeryüzünde var olan organik çeşitliliği ortaya çıkarmayı mümkün kılmak.
2-Canlıların filogenisini oluşturmak için gereken bilgilerin çoğunu sağlamak.
3-Bir çok ilginç evrimsel olguyu ortaya çıkarmak ve bunların neden-sonuç ilişkilerinin anlaşılmasına katkı sağlamak.
4-Biyoloji çalışmaları için gerekli başlangıç bilgisini sağlamak.
5-Evrimsel biyokimya, immünoloji, ekoloji, genetik, etoloji ve tarihsel jeoloji gibi alanlarda açııklayıcı değer taşıyan sistematik bilgiyi üretmek.
6-”populasyon” kavramı gibi deneysel biyoloji ile ulaşılması imkansız kavramları üretmek.
Taksonomist, doğanın bu şaşırtıcı çeşitliliğini iki adımda düzenler. İlk adım türlerin tanımlanmasıdır ki bu, mikrotaksonomi olarak adlandırılır. İkinci adım ise bu türlerin ilgili gruplar halinde sınıflandırılmasıdır. Bu etkinliğe ise makrotaksonomi adı verilir. Bu iki işlemi birlikte içeren taksonomi, Simpson’ın (1961) tanımıyla, “organizma çeşitlerini belirleme ve onları sınıflandırmanın kuram ve pratiğidir.”
Mikrotaksonomi
Tür problemi” semantik (anlamsal) ve kavramsal zorluklarla dolu bir alandır. İlk dönemde tür (kuşlar, memeliler vb) daha geniş grupları ifade etmekteydi. Bugün anladığımız anlamıyla tür, örneğin Linnaeus ve Darwin tarafından varyete olarak adlandırılmıştır. Bu tür tipoloik bir türdür ve esasında Darwin'in tipolojik tür kavramına yönelmesi de oldukça şaşırtıcıdır.
Tipolojik Tür
Dört özelliğe dayanır: 1-Tür, aynı “özü” paylaşan benzer bireylerden oluşur. 2-Her tür, diğer türleden belirgin bir farkla ayrılmıştır. 3-Her tür, zaman ve mekan içinde değişmeyen özelliktedir. 4-Bir tür içindeki varyasyon çok sınırlıdır.
Ondokuzuncu yüzyıl boyunca tipolojik tür kavramının zayıflıkları gierek belirginleşmiştir. Darwin, türlerin değişmez olduğu fikrini kesin biçimde çürüttü. Coğrafi keşiflerle bir türün farklı alanlara yerleşmiş farklı populasyonları olabildiği görüldü.
Bu ve benzeri gelişmelerle “kendi aralarında çiftleşebilme” ölçütü, biyolojik tür kavramı haline gelmiştir.
Biyolojik Tür
Fizyolojik veya davranışsal engeller nedeniyle üreme bakımından (genetik olarak) diğer gruplardan yalıtılmış, kendi aralarında çiftleşebilen doğal populasyonlar topluluğuna tür denir.
At ve eşeğin çiftleşmesi ile ortaya çıkan katırın kısır olduğu düşünülecek olursa Darwinci bir yaklaşım ile yakın akraba olan bireylerin (populasyon içi fertler) çiftleşmesi ile ortaya çıkan fertlerin yaşam şansı (soyunu devam ettirme) daha yüksektir.
Biyolojik tür kavramının neredeyse evrensel bir kabul görmesinin nedeni kullanışlı olmasıdır.
-Diğer Görüşler-
Geniş bir kabul görmesine rağmen biyolojik tür kavramı da kendi içerisinde zorluklar barındırmaktadır.
1- Sadece eşeysiz yolla çoğalabilen, populasyon oluşturmayan ve melezleşmeyen yani başka türlerle gen alışverişi mekanizması ile sayısını artırmayan organizmaların mevcudiyet.
Not: Eşeysiz organizma türlerini belirlemede kullanılacak en doğru ölçütün ne olduğu halen daha belirsizdir.
2-Farklı alanlara dağılmış çok sayıda populasyon ve türaltı kategorilerin mevcudiyeti. Bu gerçeklik ana populasyondan tamamen izole olan ve artık çiftleşme olanağı kalmamış populasyonların da atasal türün üyeleri olarak kabul edilip edilemeyeceği sorusunu doğurmaktadır.
Nominalist Tür
Doğada sadece bireyler vardır. Tür, insan düşüncesinin ürünüdür. Bireyleri tür adı altında toplayan doğa değil insandır.
Evrimsel Tür
Simpson’ın tanımına göre, “Evrimsel bir tür, kendine özgü evrimsel rol eğilimleriyle diğerlerinden ayrılan (atasal populasyondan türeyerek) evrimleşen bir nesildir.
Denilebilir ki girişim olarak kalmış ve destekçi bulamamış bir görüştür.
Filogenetik Tür
Aynı kökenden gelme ve genetik farklılaşmaya dayanır. Bu kavramın radikal savunucularına göre populasyon içerisinde ortaya çıkan apomorfilerin (tek bir genin mutasyonu düzeyinde küçük de olabilir) yeni bir tür olarak kabul edilmelidir.
Mayr’a göre sonu gelmeyen tartışmaların nedeni: a.Tür kavramı b.Tür kategorisi c.Tür taksonları olmak üzere sözcüğün üç ayrı anlamı arasında ayrım yapılmamasıdır.


KAYNAK
E. Mayr. Biyoloji Budur. Canlı Dünyanın Bilimi. SaY Yayınları 2. Baskı






Yorumlar